Bugün, 26 Nisan 2024 Cuma

Ahmet SEZGİN


12 EYLÜL DARBESİ ANILARIM (2)


12 Eylül darbesi sonrasında Terme´de çarşı ve pazarın çok kalabalık olduğu bir pazartesi günü Terme köprüsünden karşıya geçerken köprünün sağından değil de sol tarafından yürüdü diye yetmiş yaşlarındaki takkeli ve aksakallı bir dedenin yüzüne bir jandarma erinin tüfeğinin dipçiğiyle sertçe vurması; gariban bir köylü amcanın hakarete uğraması, saf yüreğimi de derinden yaralamıştı. O saf ve tertemiz yüzlü dedenin bir sürü insan içinde ?Peygamber Ocağı? kabul ettiği kendi ordusuna mensup bir Mehmetçik tarafından darp edilmesi, halka karşı en büyük darbeydi benim gözümde artık.

Sevdiğimiz siyasi liderler, gazetede yazılarını okuduğumuz bazı yazarlar, fikir adamlarının da özgürlükleri yok edilmişti 12 Eylül sonrası. Terme İmam-Hatip Lisesinde okurken yakın tarih, siyaset, hatta dinî alanda her konuda konuşmaya, soru sormaya korkardık. Necip Fazıl, Nazım Hikmet, Rıfat Ilgaz, Sebahattin Ali, Nihal Atsız, Sezai Karakoç gibi şair-yazarlardan hiç bahsedilemezdi. Gençlik depolitize edilmişti.

Ben lise son sınıftayken -1984 yılında- bir gece çok sevdiğim ve değer verdiğim Alattin isimli bir hocamın evine ziyarete gitmiştim. O hocam, bana ?Ahmet, sen şiiri seversin? Sana büyük bir şairimizden çok güzel bir şiir dinleteceğim.? dedi. Büyük bir dikkat ve heyecanla bir şiir dinledik kasetten. Hocam, bazı mısraları hafif bir ses tonuyla kafasını sallayarak kasetteki kişiyle birlikte okuyordu. Özellikle de şu mısraları okurken başka bir ruh halindeydi hocam: ?Allah´ın on pulunu bekleye dursun on kul;/ Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul./ Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa;/ Yaşasın, kefenimin kefili karaborsa!? Şiirin sözlerinden de okuyan kişinin yorumundan da hocamın halinden de çok etkilenmiştim. Şiir okuma bittiğinde Alattin Hocam, ?Ahmet, bu şair kim olabilir?? diye sordu. Bilmiyorum hocam, dedim. ?Necip Fazıl Kısakürek diye bir şair-yazar duydun mu hiç?? diye sordu. Hocam, Tercüman gazetesi alıyorum ben sürekli. Ramazan sayfasında bu isme rastlamış ve İman ve İslam Atlası isimli yazılarını beğenerek okumuştum. O kişi, şair mi, diye hayretle sormuştum. ?Evet, bu şiiri, şairin kendi sesinden dinledik. Büyük şair-yazar, fikir ve dava adamıdır Necip Fazıl. Yakın zamanda vefat etti.? dedi hocam. Çok etkilendim hocam. Sizden bu kaseti dinlemek için alabilir miyim? Bir de bir kitabını, dedim. Hocam, ?Ahmet, al, dinle ve oku ama kimseye söyleme ve gösterme bunları.? dedi. Üstadın ?Son Devrin Din Mazlumları? kitabıyla ?Çile? isimli şiir kasetini alıp gece yarısı büyük bir heyecan, sevinç, hüzün ve hayretle eve dönmüştüm.

İşte biz, daha o genç yaşlarımızda gittiğimiz okulda ilmî, dinî, tarihî ve edebî eserleri okumaya pek fırsat bulamadan ?darbe ilmihali?ni yaşayarak öğrenmeye; insan anatomisini bilmeden bir darbenin anatomisini öğrenmeye başlamıştık. Biz erken büyüyen çocuk ve gençlerdik.


Yaşadıklarımızdan sonra daha fazla düşünmeye, okumaya başlamıştım. Ortaokulu birlikte okuduğumuz Osman isimli samimi bir arkadaşım, daha sonra Almanya´ya gitmişti, orada tahsil görüyordu. Onunla mektuplaşıyorduk sık sık.12 Eylül´ün ülkeye ve Müslümanlara yaptığı kötülükleri ifade ediyordu mektuplarında yer yer. Meseleyi onun vesilesiyle çok daha iyi idrak etmiştim.


Lise ve üniversite tahsilimiz boyunca fiziki terör yaşamamıştık ama sürekli zihnî ve ruhi yönden baskı ve şiddet görüyorduk. Mesela üniversite tahsili yaptığımız 1984-1988 yılları arasında Samsun´da yabancı biriyle ilk karşılaştığımızda ?Acaba MİT´ten bir ajan mı bu adam?? diye içimizden geçirirdik. Bir gece yarısı Samsun´da oturduğumuz öğrenci evimizin ziline basılsa, ?Acaba polis evimizi, kitaplarımızı mı arayacak, bizi mimleyip fişleyecek mi?? derdik korkuyla kendi aramızda. Bir grup arkadaşımızla bir kültürel, sosyal etkinliğe veya gezmeye giderken çok tedirgin olur, tedbirli davranırdık.


(Devam edecek.)