Bugün, 11 Mayıs 2024 Cumartesi

B.Rahmi ÖZEN


 ATEŞ DERYASI GÖZLER

 ATEŞ DERYASI GÖZLER


Yüce kitapta üzerin yemin edilen kaleme; ‘Şu Ceren kızın iç dünyasını, elemini, aşkını, heyecanını ve duygularını yaz buyruğu gelse; kalem ki, çatlar da yazamaz’ derler.

‘Sen, dersin ki anam,  insan için; yok olan bütün aşklar ayıplıdır.’

‘Anladın, Ceren’im!’ demiştir, anası. ‘O sevdaların hiçbiri insana huzur vermez! Gayb âlemindeki güzele âşık olursa insan, bulunmaz bir huzura kavuşur.’

Ceren, içini alev alev yakan anaforu üfürmüştür; ‘Ben huzursuzum, anacığım!’ demiştir. ‘Çaresizlik içindeyim. Bu ince derde ne buyurursunuz?’

Anacığı, Ceren’i anlamıştır:

‘Her şeyin bir zamanı vardır sultanım!’ demiştir. ‘Önce yarımı iste Allah’tan. Tümü istemek, yarımı da bulamamaktır.’  

Ceren’in gönlünde bir boşluk… Huzursuz… Boşluğun dolacağı günü bekliyor. Yüzünde hüzün. Göz bebekleri sönmüş. Hep ışıldayan, gülen, parlayan o ceylan gözler ışıldamıyor.

Genç yaşında kabına sığmaması gerekirken gizli hayıflanışlar içinde bir narçiçeği. İçinde derin bir ateş...

Düş kurmuştu anası. Elmaslardan bir taç takmak ister Ceren kızın başına. Yapay taşlardan değil, gerçek elmaslardan yontulmuş bir taç…

Bu taçla ova toprağına düşecek bir masal düşlemiştir. Amazonların gömülü bulunduğu Simenit gölünden çıkan bir ışık misal, çok renkli bir düş arabasıyla seyahat edeceklerdir, göklerin derununda. Güneş, nasıl doğar, nasıl batar; onu anlatacaklardır. İpek bir halı serilecektir ayaklarının altına. Saçlarına dünyanın en parlak yıldızları… Kara gecelerde aydan ve yıldızlardan aldığı ışıkla pırıl pırıl bir düş yaşatacaktır saçlarına takılan inci ve mercanlar. Hizmetçiler, nar şerbeti sunacaktır ellerine. İpek halı üstünde dolaşırken dünyayı; ulu kervanlar geçecektir altlarından.

Düşlenilen bu aşk; mavi göklerin tabakalarını inip Ceren kızın kalbinin nirengisindeki fuata değmeyecek miydi?

Ceren’in kokusu dokunmuştur onu görüp müştak yiğitlerin ruhuna. Güzelliği, endamı, yürüyüşü, sesi ve gülümsediğinde inci dişleri…

Ateşin alev saçan közüne bakarak düşünüp durur Ceren. Derin bir kuyuyu seyre dalmış gibi… Ol kuyuda cennet misal bahçeler görür… Kapıları, kamuya kapatılmış bir şehir gibi… Ucu sonu bulunmaz bir derin kuyu, seyrine dalıp gittiği. Baştanbaşa bir mana, etsiz, kemiksiz, kansız bir ruh... Bir ışınımdır içindeki şey ki, can çekirdeğini parçalar gider. Ne ise o kalbine doğan, hiçbir boşluk bırakmadan doldurur içini. O yüzden onsuz geçen dakikalar, yırtıcı kuşlar gibi hep yüreğini gagalar.

Ol ateş deryası gözler…

Bir ince üfürük kalbinin tam orta yerinde… Bir hırıltı göğüs tahtasında… Kayboluşu gözlerinin güneşi… Her an dipsiz bir kuyuya düşebilir gibi göğün boşluklarında.. Başı, değirmen taşı gibi döner. Kendini unutmuş, midesi bulanmıştır. Gülümsemesi donmuştur, dudaklarında. Gözlerindeki ırmaklar kabararak yanaklarından çenesine doğru akarken iz yapmıştır.

Körpedir Ceren… Aşkının büyüklüğü kadar büyümemiş bir ceren palazı.

Konuşmaz. Çok şeyler saklıdır sessizliğinde. Son ucu bilinmez bir öykünün kahramanı olmuştur. Dünüleyin baharı soluklayan Ceren’in bugün içinde ateş yanıyordur. Yusuf’un içine atıldığı kuyular vardır içinde…

Yıldız bölükleri gibi Simenit’in koynunda uyurken Ceren, ovanın yüreğinde uykusuz tek mahzundur. Avcısının prangalarında tutsak… Amazon kızları gibi yitip tükenmek ister Simenit gölünün yüreğinde.

Ölümün, ölüm denen bir eşi uyku, ondan fersah fersah uzakta bir Ceren… Bir masal gecesini hazırlayan şehzadeler gibi çileye uzanan bir yolculuğun müjdecisi Ceren kızın mahı. Bir lügazın çözülmez sırrı…

Ve Ceren için çöle yolu düşen yüzlerce Mecnun…

Dediler; ‘Yakıp kavurmak Leyla’nın hakkı, suyu bulmak Ferhat’ın, Zöhre için yanmak Tahir’in, felekleri tutuşturmak Aslı’nın, yanıp kül olmak Kerem’in hakkı… Ve arkadan Yusuf’un gömleğini yırtmak Züleyha’nın nasibiyse…’ Diye yazarken kırılır yazıcının elindeki kalem.

Aşk olsun ol kaleme. Aşk olsun Ceren için yarıda kalan öyküye.