Bugün, 25 Nisan 2024 Perşembe

Nazmi KILIÇ


YOKLUK ODASI

YOKLUK ODASI


    Gazneli Mahmut'un has kölesi Eyaz, saraya geldiği ilk gün hükümdarın verdiği sırmalı elbiseleri ve ayakkabıları giydikten sonra üstünden çıkardığı postu ve çarığını atmamış bir odaya asmıştı. Odanın kapısına da bir kilit vurmuştu ve oraya kimseyi sokmuyordu. Sadece kendisi her gün bu odaya gelip biraz otururdu.
Bu sırada çarık ve postuna bakarak eski yokluk günlerini hatırlar ve kendi kendine, her şeyden yoksun zamanlarını düşün de şimdi sahip olduklarının değerini bil ve sakın şımarıp büyüklük taslamaya kalkışma!" derdi.
Güvenilir oluşu, kanaatkârlığı ve sadakati dolayısıyla Gazneli Mahmut'un gözüne girmiş takdirine mazhar ol*muştu. "Bu bana yeter" diyordu. Onun saraydaki yerini ve hükümdarın ona olan sevgisini kıskananlar da vardı.
Bu kimseler Eyaz'ı gözden düşürmek için her gün yalnız girdiği odada bir şeyler sakladığı, muhtemelen hazineden çaldığı altın ve gümüşleri biriktirdiği, onun için de oraya kimseyi sokmadığı şeklinde Gazneli Mahmut'a şikâyette bulundular.
Eyaz'ın kendisine olan bağlılığından şüphesi olmayan hükümdar, bunu söyleyenlere şunu önerdi: "Gece yarısı o odanın kilidini kırarak içeri girin ve her yeri araştırın. Eğer şüphelendiğiniz gibi altın, gümüş ve mücevher bulursanız hepsini alın ve aranızda bölüşün. Onları size bağışlıyorum. Böyle bir şey yoksa ne olduğunu ve ne gördüğünüzü gelip bana bildireceksiniz."
Eyaz'ın düşmanları sevinerek hükümdarın huzurundan ayrıldılar ve sabırsızlıkla geceyi beklediler. Herkes uykuya dalınca sessizce yaklaşıp kapının kilidini kırdılar ve içeriye daldılar.
Fakat duvara asılmış bir çift çarık ve eski bir posttan başka bir şey göremeyince hayal kırıklığına uğradılar. "Belki altınları gömmüştür" diye yeri kazdılarsa da çabaları boşunaydı. Yaptıklarından ve söylediklerinden pişmanlık duyarak yüzleri kızarmış bir halde Sultan Mahmut'un huzuruna varıp durumu olduğu gibi anlattılar.
Evet, Eyaz hazineler sahip değildi, ama hazinelerden daha değerli olan bir şeye sahipti: Hükümdarın takdiri ve sevgisi. Bunun sırrı da saraya gelmeden önceki yokluk günlerini unutmamasıydı.
Allah Kuran'da şöyle buyurur: "O insan daha önce hiçbir şey değilken onu yarattığımızı düşünmez mi?" (Meryem Suresi, 67)
Evet, bizler bu ayetin hatırlattığını düşünmeliyiz. Zihnen geriye doğru gidip bir zamanlar yoklukta olduğumuzu, hiçbir şeyimizin olmadığını, şu dünya sarayına getirildikten sonra sahip olduğumuz her şeyi Kâinat Sultanı olan Allah'a borçlu olduğumuzu düşünmeliyiz.
Eyaz'ın odası gibi hepimizin bir "yokluk odası" olmalı ve her gün tek başımıza hayalen gidip orada bir miktar oturmalıyız. Böyle yaparsak "Şunum yok, bunum yok" gibi şikâyetlerde bulunmaz, bize verilenlerin değerini anlar, şükrederiz. Şükrederiz de en değerli hazineden daha değerli olan Allah'ın sevgisini ve rızasını kazanırız.
Çoğu insan sahip olduklarının hiç önemi yokmuş gibi nankörce davranır. Şükretmesi gereken onca şeyi aklına bile getirmez. Çünkü zıddı olmayan şey bilinmez. Birçok şeyimiz olmasına rağmen varlık sevincini hissedemeyişimizin nedeninin "yokluk odalarımızın" olmayışıdır. Ne dersiniz? "Bunca yıl hep varlığı deneyip durduk, bir kez de yokluğu denesek ne çıkar? “Yokluğun saltanatı uydurma bir saltanat değildir" diyen Mevlâna'ya kulak verelim. Sağlıcakla kalın.