Bugün, 19 Nisan 2024 Cuma

B.Rahmi ÖZEN


AH O GÖZLER

AH O GÖZLER


    'İnsan vardır, hayata güzel bir hikâye ile başlar. Çevresindeki hareler ışıl ışıl parlar. Renk cümbüşüdür gözlerinin önündeki. Ve insan vardır…' diyor ancak devamını anlattırmıyor, Yusuf.
    'Bundan sonra karamsarlığa ve dahi ümitsizliğe kapılma. Allah, hiçbir kuluna kapısını kapatmaz.’
    'Bana ışığı yaktığın gün gibi yine yardımcı ol, üstadım! Biliyorum ki geride boş bir hayat bırakmadım! Bir zehir var içimde! Yakıyor içimi. Benim, yaptığım yıkımların cezasını nasıl ödeyeceğimin yolunu göster!'    
    'Üzülme Yunus! Eski batıl inançlarını terk edip günahlarına tövbe olarak yeterince pişmanlığın var. Şu an Rabbimizin özünü arındırmış güzel bir kulusun. İçi, dışı dupduru bir nehir olmuşsun. Rabbimizin bu dünyada az bulunur dostları olma yolunu seçmişsin.'    
    'Kalbimde hep bir yara hissediyorum Yusuf! Kalbimdeki o yaraya ilacın var mı, üstat?!'  
    'Biliyorum; yaraların derin. İnşallah duyduğun pişmanlığın yaralarına Rabb'imin katında senin için bir tövbe ve bir ilaç olur! Çok acıyıcı, çok merhametli, tövbeleri kabul edici Rabb'imiz, seni affeder, inşallah.' 
    Yusuf'un teskiniyle eskilerin Yorgo'su yeni Yunus, biraz rahatlıyor. Yusuf'un sevgi dolu yüreğindeki merhamete odaklanıp içli içli ağlıyor. 
    Yusuf, eski Yorgo'nun ruh halini anlıyor. Ona yüreğinin en nirengi noktasını açıyor. Ve bu dünyaya; hayatından ibret alınsın diye pişmanlık mirası kan kırmızısı gözyaşları bırakıyor. 
    Ne oluyor biliyor musunuz aziz dostlar?
    Ol gözler hakikati gördükten sonra sönüp gidiyor, ol gözler. 
    'Elem nec'allehü Ayneyn? Ve lisanen ve şefeteyn?' 
    'Biz,  ona iki göz, verdik, iki yol gösterdik.’
    Ol gözler, iki yoldan en güzelini seçtikten sonra ve ruhu, bedenini terk ettiğinde ova toprakları; ay'dan ve yıldızdan yoksun kapkaranlık bir gecedir.
    Geceyi seher yıldızı aydınlatırken Yusuf, inliyor:
    'Seher yıldızı, ayırdı bizi…’
    Sabahın aydınlığında; Yusuf gökyüzünde uçan turnaları görüyor:
    'Hay Yüce Rabbim!' diyor. 'Turnaların göç zamanı gelmiş. Zaman ne tez geçiyor. Biz insanlar da turnalar gibi göceceyiz! Göçün son ucunda hayır yoksa vay halimize!'  diye, hayıflanıyor.
    Yusuf, Yunus'u kabristanlığa götüren üç kişinin dördüncüsüdür. 
    Kabrini kendi elleriyle kazıyor, cansız bedenini kendi elleriyle yıkıyor, kendi elleriyle toprağa veriyor. Kabristanlıktaki sıra sıra donanmış mezarları; yanındaki iki arkadaşına gösteriyor:  
    'Bir zamanlar onlar da bizim gibi hayat bahçesi dediğimiz bu âlemin konuşan çiçekleri, öten bülbülleriydi.' diyor. 'Bizim gibi yiyor, içiyor, geziyor, eğleniyorlardı. Ne oldular şimdi?' diyor ve üstadı Yunus Emre'nin aşk ile bir daha çağların unutamayacağı nar gibi mısralarını terennüm ediyor:
    'Sana ibret gerek ise; gel de bir gör bu sinleri
    Taş olup da eriyesin; bakıp göricek bunları.
     Onlar ki çoktu malları; gör nice oldu halleri
    Sonucu bir gömlek giymiş; onun da yoktur yenleri.
    Bunlar bir gün beyler idi; kapıcılar korlar idi