Bugün, 27 Nisan 2024 Cumartesi

Zeki ORDU


AHMET SEZGİN`İN SINIF ARKADAŞI

AHMET SEZGİN`İN SINIF ARKADAŞI


Bir aidiyeti olmanın ne kadar önemli olduğunu bir defa daha anladım. Aidiyet duygusu insanı yabancılaşmaktan kurtarıyor bir bakıma. Sizin manevi, hatta maddi desteğiniz olabiliyor.

Birini tanımış olmak…
Birinin akrabası olmak…
Bir yerli olmak…
Bir millete ait olmak…
Bir inanca ait olmak…

Bütün bu aidiyetler fert üzerinde kendince olumlu bir katkı sağlıyor.
“Ben filancanın çocuğuyum. Ben filancanın torunuyum.” Filancanın kardeşi, amcası, teyzesi vs
“Ben falan ilçe, il, ülkedenim…”
Misaller uzayıp gider.

Günlerden bir gün Terme Bilgi Gazetesi bürosunda Şenol Yılmaz Beyefendi ile sohbet ediyoruz. Bulunduğumuz yer bir işyeri olduğundan gelenler ve gidenler oluyor. Biz bir kenarda çay içip muhabbet ederken içeriye bir vatandaş daha giriyor. İlçenin yabancısı olduğumdan herkesi tanıyamıyorum. Tabi gelenin kim olduğunu da…

Şenol Hocam ile hoş-beş ediyor gelen kişi. Sonra benimle tanıştırıyor. Birbirimize saygı ile bakıyoruz. Gülümsüyoruz. Hep öyle oluyor tanışmalar. Sonra tanıştığımız arkadaş bana dönüp: “Ben Ahmet Sezgin ile sınıf arkadaşıyım” diyor. Ve devam ediyor: “ Ondan bir şeyler öğrendik…”

Şöyle bir duraklıyorum. Kendisini bana tanıtan kişi benim dostum olan biriyle sınıf arkadaşı olduğunu söylüyor. Yani zımnen “beni tanı” diyor…
Referans diye bilinen bir tabir vardır. Daha doğrusu “Bana arkadaşını söyle” diye başlayan ve herkesin bildiği söz bu durumu en net izah ediyor. Ne kadar güzel bir şey değil mi kendisini başka bir şeyle tanıtmak. Hem tanıttığı kişiyi, hem tanıdığı kişiyi aynı kefeye koyup kendini izaha çalışmak.

Bu durumda ben ne yapmalıyım? Bu “Bak senin arkadaşın var ya hah işte o benim de arkadaşım” mesajı aynı anda üç mefhumu bir arada cem ediyor. Siz bir anda çoğalıyorsunuz. Aidiyetinize başka şeyler de ilave oluyor. Farkında olmadan güç kazanıyorsunuz. İçinizden “Bizim gibi başkaları da varmış” diyorsunuz.

Bu durum bana tesir ediyor. Derin derin düşünüyorum. Acaba ben kendimi tanıştırırken kim benim arkadaşım? Veya neyimi öne çıkarmalıyım? Velhasıl zor iş.
“Ben Ahmet Sezgin`in sınıf arkadaşıyım” diyen arkadaşa bakıyorum. Artık onun kimliği beni ilgilendirmiyor. Nasılsa kendisini ortaya net olarak koydu. Fazla soru sormaya lüzum var mı? Kısa bir hasbıhalden sonra o matbaada ki işine bakıyor. Ben de Şenol Yılmaz ile sohbete kaldığımız yerden devam ediyoruz. Kısa bir süre önce olanlar zihnimin bir yerine oturuyor. Kim bilir belki bir gün tekrar oradan açığa çıkar diye düşünüyorum. Düşündüğüm şey şu an gerçekleşiyor ve bu hadiseyi kaleme alarak, yaşanmış bir hadiseyi kayıt altına almış oluyorum

Bu yazılanlar kimi ne kadar ilgilendir bilmem ama bir kişinin aidiyetini bildirirken durduğu yer çok mühim. Tıpkı Nemrut`un ateşine su taşıyan karıncanın dediği gibi…
“Ateşi söndüremezsek de safımız belli olur!”