Bugün, 29 Mart 2024 Cuma

Zeki ORDU


ANKARA’NIN TAŞINA BAK

ANKARA’NIN TAŞINA BAK


Karadeniz’de uzun sayılacak bir kışı ardımızda bıraktık. Ramazan bayramının akabinde birkaç günlüğüne Ankara’ya uğradım. Tabiî her yerin kendine has bir mahiyeti var. Ankara’nın da öyle.

Daha ilkokul sıralarında Ankara’yı ülkenin başşehri olarak öğrettiler bize. Çocukluk muhayyilemizde hem insani, hem de coğrafi olarak çok farklı bir yer geliyordu bize. Hele o denizden uzak olan yerleri “Karasal iklim”e sahip yerler olarak öğretilmesi bizim için ülkenin büyük kısmının bu iklime sahip olduğu yorumu yaptırıyordu. Bu yorum doğruydu da…

Zaman ilerledikçe şehirlerin benzer ve farklı yönleri üzerinde kafa yormaya başladık. Kendi ilimiz dışında bir yere gitmemiş olmamıza rağmen haritaya baktığımızda şeklen gördüğümüz yerler hakkında düşüncelere dalar, oralara hayali bir hayat hikâyesi yazardık.

Günler ilerledikçe öğrendiklerimiz o şehirlerle “ilmen” bir yakınlık kurmamıza sebep olurdu. İç Anadolu Bölgesini tamamen ova, Doğu Anadolu Bölgesini dağlık olarak hayal ederdik. Bazı bölgeler hakkında net bir karara varamazdık.

Ne olursa olsun bazı şehirler biraz farklı gelirdi bize. Ağrı en yüksek dağa sahipti. Konya tahıl ambarı, Çukurova pamuk bölgesiydi. Ege, incir ve üzümüyle girmişti aklımıza. Antalya turizm için önemli bir yerdi. Bursa “kuruluş”, Edirne “serhat” şehriydi. Edirne’de Kırkpınar güreşleri ile Selimiye Camiî ayrı bir yer tutuyordu.

Bütün şehirleri hayata ve insana dair bir hikâye yazarken Ankara için tam bir eşkâl belirmiyordu zihnimizde. Soğuk bir intiba bırakıyordu. Ünlü şair Yahya Kemal Beyatlı mebusluk yıllarında “Ankara’nın nesini seviyorsunuz?” sorusuna, “İstanbul’a dönüşünü” diye cevaplamasının ardındaki sır neydi bilmem ama Ankara diğer illere göre farklı bir yerde duruyordu zihinlerde.

Sahi Ankara neydi? Neresiydi?

Konya’nın benzeri miydi. Edirne’nin muadili miydi? İstanbul’un rakibi, Bursa gibi bir başlangıcın şehri miydi?

Sahi Ankara neydi?

İnsanları diğer ilerdekine benziyor muydu? İnsanlarının kıyafetleri nasıldı? Cahil insan var mıydı? Ticareti nasıldı? Dükkânlarında hiç veresiye satılmış mıydı? İnsanlar yolda giderken birbirine selam verir miydi? Sadaka toplayanlar var mıydı? Dostlar birbirlerine çay ikram ederler miydi?

Sahi Ankara nasıl bir şehirdi?

Seyyar satıcıları, hurda alıp satanları, simitçileri, bıçak bileyicileri, sucuları ve buna benzer insanları var mıydı?

Gülerler miydi mesela.

Müslümanı, Hristiyan’ı Musevi’si ve diğer inançta olanları nerede ibadet ederdi. Hepsi için mabet var mıydı?

Günler günleri kovaladı. Bilgiler birikti. Çok şey öğrendik hakkında. Kitaplar okuduk şehirlerle ilgili. Ve yolumuz yine düştü Ankara’ya…

Meğer ülkenin diğer yerlerindeki insanlara benzeyenleri burada varmış. Sabah sabah “hurdacı!” diye bir ses duyunca önce şaşırdım. Demek bu şehirde de hurdaya çıkan şeyler oluyor. Ve tamir edilebiliyor ve satın alınabiliyor…

Hele sokakta dilenci görünce nasıl sevindim bir bilseniz. Sokak kavgaları zaten bizi anlatıyor. Meğer Ankara yurdumuzun bir şehriymiş.

Not: Bu yazı şehrin başkent olduğu tarihten günümüze kadar olan hali için yazılmıştır. Sadece bir döneme ait değildir. Sıkıntıya girmeyelim yani.