Bugün, 29 Mart 2024 Cuma

Mehmet TÜRKAN


ARİFÂNE SÖYLEYİŞLER

ARİFÂNE SÖYLEYİŞLER


ARİFÂNE SÖYLEYİŞLER

Bu hafta ne yazayım diye düşünürken edebi sanatlardan çok kolay gibi görünmesine rağmen en zor kullanılan bir sanattan bahsetmeye karar verdim. Hem bir latife olsun hem de günlük bunalımlarımıza tatlı bir lahza rahatlama olsun istedim. Buyurun yorumlamaya çalışalım.

Tecahül-i Ârif” sanatı, bilinen bir şeyi bilmezlikten gelme demektir. Edebiyatta ise şairin, bilinen bir şeyi, sanatsal bir nükte ile bilmiyormuş veya başka bir türlü biliyormuş gibi göstermesi sanatıdır. Bu sanat, tecahül-i ârifâne adıyla da bilinir.

Şiirde bir anlam inceliği oluşturmak için başvurulan bu sanatta hayret, övme, yüceltme, yerme gibi nedenlerden biriyle mutlaka bir nükte yapılması gerekir. Tecahül-i ârif ne hiç bilmemek ne de bildiğini tamamen gizlemektir. Özellikle bildiğini dolaylı yollardan anlatmaktır.

“Tecâhül “bilmezden gelme” anlamına gelir. Teşbihe dayanır. Tecâhül-i ârifâne, ârifîn, tecâhül olarak da bilinen bu sanatta şairler bildikleri bir şeyi, bir nükteye dayandırarak, bilmezlikten gelirler. Bu nükte, tenşit/neşelendirme, tevbîh/azarlama, tahayyür/şaşırma, tedellüh/şiddetli aşktan şaşkın-lık ve mübâlağaya dayanır. Tecâhül, istifhâm ile ilgilidir. Talîm-i Ede-biyat’tan önceki belâgat kitaplarında da istifhâm, tecâhül başlığı al-tında verilmiştir. Talîm-i Edebiyat’tan sonra istifhâm sanat olarak takdîm edilmiştir. Tecâhüle verilen örneklerin büyük bir kısmı ben-zetmeye dayanır. Bir kısmı da sözün noktasını soru ifâdesine yükle-mektedir. Bu tip örneklerde tecâhül-i ârif yerine istifhâm demek daha uygundur. Yekta Saraç’ın da belirttiği üzere istifhâm, tecâhülün bir üslûp husûsiyetidir, benzetmeye dayanmaz. Aşağıdaki beytin ikinci mısraında Şeyh Gâlip, tecâhül-i ârifte şairin bilmezden geldiği şeyi gerçekte bilmesi gerektiğine işaret ederek önemli bir ayrıntıyı ortaya koymuş olmaktadır.1

“Bu sanatla yapılan nüktede çeşitli maksatlar olacağından maksada göre, sanat da değişik adlarla anılmamaktadır.

Kısaca: neşelendirmek maksadıyla yapılanlara “tenşit, “azarlamak, uyarmak maksadıyla yapılanlara “tevbih”, şaşırmak, şaşkınlık ifade etmek, bilmiyormuş gibi davranmak maksadıyla yapılanlara “tahayyür”, sevginin şiddetini artırmak maksadıyla bildiği bir şeyi bilmiyormuş gibi yapılan tecahül-i ariflere de “tedellüh” adı verilir.

Soru sormak yoluyla yapılan tecahül-i ariflerde sanatkâr daha ziyade heyecana bağlı olarak yapar. Bildiği şeyleri bilmiyor göründüğü sorular şeklinde muhatabına iletir. Böylece hem maksadı doğrudan söylemenin yeknesaklığı, belki de yersizliği kırılır, hem de söze zariflik ve tatlılık kazandırmış olur.2

İşte örnekler:

“Sözü yazdımdı da kalmış öbür entaride

Va’diniz buse mi vuslat mı unuttum ne idi?”

Yahya Kemâl

“Ger ben, ben isem nesin sen ey yâr,

V’er sen, sen isen neyim men-i yâr?”

Fuzûlî

“Âb-gûndur günbed-i devvar renhgi bilmezem

Yâ muhît olmuş gözümden günbed-i devvâre su.”

Fuzûlî

“Nedim-i zârı bir kâfir esir etmiş işitmişim

Sen ol cellad-ı din ol düşmen-i iman mısın kâfir?”

1 BAYRAM Yavuz vd., Eski Türk Edebiyatına Giriş, Akçağ Yayınları,Ankara 2018, s.214 2

KOCAKAPLAN, İsa, Açıklamalı Edebi Sanatlar, MEB Yayınları, Ankara 1992, s 138

 

Nedim

 

“Öyle sermestem ki idrâk etmezem dünya nedür

Men kimim sâki olan kimdür, mey-i sahbâ nedür?”

Fuzûlî

“Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?

Benim mi Allah’ım bu çizgili yüz?

Ya gözler altındaki mor halkalar?

Neden böyle düşman görünürsünüz,

Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?”

Cahit Sıtkı

“Ben toprak oldum yolunda

Sen aşırı gözetirsin

Şu karşıma göğüs geren

Taş bağırlı dağlar mısın?”

Yunus Emre