Bugün, 18 Nisan 2024 Perşembe

Mustafa CAN


Arkadaşın Var mı


Evden çıktıktan sonra nereye gideceğimi çoğunlukla bilemediğimi söylersem, bana inanacak kaç kişi çıkar? İnanacaklar çıkmasa da ben yine de söyledim. Yağmur yok. Bulut alabildiğine fazlaca. Gündüz olduğunu bilmesem, akşamın alaca karanlık veya güneşin bulut kümelerinin arkasına gizlendiği gibi ışığı az bir zaman diliminde caddede de çok kimsenin olması da tenha bir yerde olduğumu hemen eklemek yerinde olur.

Öğle sonrasına kadar zamanı nasıl tükettiğimi bilmesem, kitapların kalın ciltlerinin ağırlığında incinen bileklerimin, zamanla da ince kitapları kaldırıp sayfalarının arasında dolaşsam da, bana ters düşmekte olduğunu ve ince bir sancıyla da rahatsız ettiğini yaşamaktayım.

Masa başı, ocak başı veya saat başı, derken, yoldaki çeşmenin yanından geçerken de çeşme başı gibi baş kelimesine takıldı aklım. Sonra dağ başı, tarla başı ve su başı gibi takısız isim tamlamalarıyla zihin alanında kalarak yolda kendime kendimi arkadaş edindim. Çoğunlukla yaparım bu işi. Çocukluğumda da yapardım. Tarlada çalışırken yapardım kendimi kendime arkadaş. Çünkü yanımda kimse olmadığını bilirdim. Denizde veya ırmakta yüzerken,
İnancımın gereği olarak, yalnızlık çekmezdim. Çevremde görünmeyen varlıkların varlığı bana rahatlık verirdi.

´Tanrı yanımda her zaman vardır,´ kabulünü burada söylemek gereğini duydum şimdi. Belki bazıları başka düşünebilir mi, dersiniz. Çok da önemli değil, kimin ne ve nasıl düşüneceği.
Sahile giden iki yol var, evden çıktığımda. Biri tehlike dolu. Şehirler arası çokça arabaların vızır vızır hızla geçtikleri gelişli gidişli yol. Öyle suratlı gidişleri var ki, trafik levhasında elli yazarken, onlar en yavaşı yüz kilometre hızla gitmekte. Hatta birbirlerini arkada bırakmak gayretine düştüklerinde, hızlarını sormayın, ne ben bilebilirim ne sürenler.

Korkutucu yolu ve hızın sınır tanımaz manzarasını tercih etmedim. İkinci tünel yola saptım. Anayolun altından dar, ama emniyetli olan tünele girince, duvar yazıları çıktı karşıma. Kaçıncı defa okudum. Sevda kokan yazılar bunlar.
Acemice ve kabaca yazılan yazıları kırmızı boyalı püskürtme yazısında ?Yoluma sen çıktın, beni yoldan çıkardın. İsterdim ki, sen benimle yürüyesin,? gibi yazı vardı. En mantıklısı da buydu. Diğerlerinin kafası gözü yarıktı.


Tünel, bana Âşık Veysel´i hatırlattı. Bir de halk türkülerinden bazılarını çağrıştırdı. Yürüdüm. Dar tüneli ve dar sokağı geçtim. Sahil rüzgârına verdim kendimi. Verdim yerine kaptırdım, dersem, daha iyi olacak.


?Benim arkadaşım yok, senin de. Gezmeğe yalnız çıkılır mı? Hem yalnızlığı çekecek kadar yürekli misin sen? Dur biraz! Dur ve dinle beni!?


Yaz ortasında, hava bulutlu da olsa uzun palto ile dolaşanı görünce, duraklarım. Sahilin oturaklarına oturanların kimler ve hangi özellikleri olduklarını sormazsın. Gördüğünde kendini belli ederler. Bir de elbiseleri sahile ve mevsime uygundur. Yadırganmayacak şekilde görünürler.


Bana yaklaştı. Uzun zamandır tıraş olmayan bir yüz, gür ve beyazlamış kaş, Geniş ve kıvrımsız alın. Saçlarını da uzun zaman berberle buluşturmayan bir kişi. Yakası iki düğme yukarıdan aşağısı kapalı siyah gömlek. Zayıf, ince ve dar yüz. Çok belli olmayan bir burun. Geniş bir çene yapısı. Davudi bir ses.


Ortanın biraz üzerinde boyu olan adam, sahilde dolaşanların yanına değil de bana sokuldu. Çağın akıllı adamları var. Arada aklını kullanmakta zorluk çekenler de yok mu? İşte bu duruma benzer bir ortamın baş aktörü olan adam karşımda.


?Benim arkadaşım yok. Senin de yok. Az önceye kadar hiç ihtiyaç duymadım arkadaşa. Kendimin arkadaşı kendim olarak yaşamak hoşuma gidiyordu. Şimdi birine ihtiyacım var. Para pul, mal mülk değil bana gerekli olan. Bir arkadaş. Konuşacak biri ve aynı zamanda beni dinleyen birini istiyorum.?


?Ben varım,? dedim. Bana anlatabilirsin. Ben hazırım.?


Hangi romanın girişinde kullanacağımı hesap ederek yaklaştım adama. Hangi romanım için bir figür olabilirdi. Rus romanları okuyan okuyucuların şehrin bir köşesinde buldukları kişiyle aynı. Bir kaçık karakter yaratmak adına tasvir edilenden farkı ne? Şehrin yabancılaştırdığı insan var karşımda. Ne Rusya burası, ne Amerika veya bir başka yer. Burası benim ülkem.


Kitapların arasında yorulan beynimin dinlenmesi için sokağa çıkmadan önce, dünyaca ünlülerin masa maşı toplantısını kendilerinin elçisi olan kitaplarla yaparken, sanki canlıca bir başkişiyi bana göndermişlerdi.


Dinledim. Bitmek bilmeyen konuşmasından çıkardığım sonuç, arkadaşa ihtiyacının oluşuydu. Şehir ezmişti. Yabancılaştırmıştı. Yalnızlaştırmıştı. İnsanlıktan uzaklaştırmıştı.