Bugün, 19 Nisan 2024 Cuma

Seyfi GÜNAÇTI


Aşkın ve yokluğun romanı

Aşkın ve yokluğun romanı


    Bugün size Bebiha’dan söz etmek istiyorum.
    Kimdir ya da nedir Bebiha?
    Bebiha; bir roman adı, aynı zamanda bir kızın ismi.
    Bir süre önce Edebiyat Öğretmeni arkadaşım Selim Eroğlu, okuduğu bir romanla ilgili düşüncelerini köşesinde paylaşmış, bir sohbet sırasında “senin de okumanı tavsiye ederim” demişti. Kendisinden istedim ve romanı okudum.
    Selim Bey, kitaptan övgü dolu ifadelerle söz etmişti. “Sürükleyici ve duygusal bir roman” demişti. Acaba ben de aynı istekle okuyabilecek, kitap beni de duygulandıracak mıydı?
    Romanı okuduktan sonra “Selim Bey az bile söylemiş. Heyecanı kaçmasın diye her şeyi anlatmamış. Söylediklerinden de öte bir roman” dedim.
    “Romanı bir günde okuyup bitirdim” diyemiyorum. Ancak son yirmi sayfasını soluksuz okudum desem abartı sayılmaz. İstekle, heyecanla okuduğum 2-3 romandan biri belki de önde gelenidir.
    Romanı, Osman Çeviksoy yazmış. Yazar kitabında kendi hayatını anlatıyor. Selim Bey bana, “Kitap bir bakıma seni anlatıyor” demişti. Olayların geçtiği yeri ve kişileri hariç tutarsak ‘doğru’ diyebilirim. Osman Çeviksoy ile aynı tarihte doğmuş, aynı dönemde ortaokula başlamış, benzer yoklukları yaşamışız.
    Yazar kitabının kapağına “Aşkın ve Yokluğun Romanı” notunu düşmüş. Bu ifade, romanın özeti sayılır. Romanın kahramanı, ilkokuldan sonra il merkezine bağlı köyünden ayrılmış, ortaokulda okumak için Çorum’a gelmiş. Kendisi gibi üç öğrenciyle, üç yatağın ancak serilebildiği bir odada iki sene kalmış. Gaz lambası ile odalarını aydınlatmış, gaz lambasının ışığında ders çalışmışlar.
    Ben de ilkokuldan sonra, kasabaya 10 km, Trabzon’a 55 km mesafedeki köyümden ayrıldım. İmam Hatip Ortaokulunda okumak üzere 1200 km mesafedeki Adana’ya, kâh kamyon sırtında, kâh minibüsle ve de otobüsle gittim. Onlar gibi akşam yatağımızı serip sabah kaldırmıyorduk. Sabahları sadece yatağımızın üzerini düzeltiyorduk. Lâkin ne sınıflarda ne de yatakhanemizde soba yoktu.
    Ya aşk konusu? Onu geçelim…
    Kitabı okurken üç yerde gözlerimin buğulanmasına engel olamadım. Romanı okuyacaklar için heyecanı kaçmasın diye nerelerde olduğunu söylemeyeceğim.
    Yazar eserini akıcı bir üslupla ve gayet anlaşılır ifadelerle yazmış. Ağdalı tasvirlere, uyduruk Türkçe kelimelere yer vermemiş. Ta ki 268’inci sayfaya kadar. Burada ‘imkân’ı varken ‘olanak’ kelimesini kullanmasını yadırgadım. Bir de ‘smaç’ var! Voleybolda o sert vuruşa biz ‘küt’ diyorduk. Aynı yaşta olduğumuza göre yazarın lise yıllarında da küt denildiğini sanıyorum.
    Romanın bütününe bakınca yazarın iki konuyu gereksiz yere uzattığını düşünmüştüm: Boykot ve öğrenci seçimleri. Sonra yazara hak verdim.
    Bugün de bazı kurumlarda boykotlar ve çeşitli gösteriler oluyor. Bu konularda yönlendirilenler, eğer romanı okumuşlarsa niçin boykot yapacaklarını ve neden gösteriye katılacaklarını daha bir düşüneceklerdir.
    Öğrenci temsilciliği seçimi ise, seçimi kazananların kaybedenlere nasıl davranması gerektiğine bir örnek teşkil ediyor.
    Romanı okuduktan sonra, “Aldatma, hile, ihanet, cinselliğin sergilenmesi ve edepsizlik olmadan da bir roman yazılabiliyormuş” dedim. Hani bazı dizilerde kız erkek (bana göre gereksiz şekilde) öpüşüyor, kadınlar- kızlar orasını burasını açıyor da eleştirdiğinizde, “rol icabı, senaryo gereği” bahanesine sığınıyorlar ya; işte bu roman hepsinin yalanını yüzlerine vuruyor. Sevgiyi göstermek için öpmek, kızın güzelliğini göstermek için soyunmak gerekmediğini çok net olarak ortaya koyuyor.
    Bir iyi tarafı da romanın, okuyucuları üzmeyecek bir son ile bitmesidir. Osman Bey’e de Bebiha Hanıma da ömür boyu mutluluklar diliyorum.
    Konuyu işleyişi, değerlere gösterdiği özen, sevdaya saygısı ve böyle güzide bir eseri Türk Edebiyatına kazandırdığı için Osman Çeviksoy’u tebrik ediyorum. Bu güzel ve anlamlı eseri okumama vesile olduğu için de Selim Eroğlu’na teşekkür ediyorum.