Bugün, 26 Nisan 2024 Cuma

Yılmaz İMANLIK


BAHÇIVAN


Önce toprağı kazdı bahçıvan. Elindeki fidanları, büyük bir özenle, kazdığı çukurlara yerleştirirken gelecek için hayaller kuruyordu. Elleriyle toprağı avuçlayıp rüzgâr söküp atmasın diye fidanların köklerini iyice sağlamlaştırdı.

Sonra kovasını eline alıp tepenin ardındaki dereden, yokuş demeden, çamurlu, taşlı demeden onlar için su getirmeye düştü yollara. Gün geldi ayaklarına dikenler battı, gün geldi alnından su gibi terler aktı. Ama yılmadı bahçıvan. Geceleri yattığı zaman ?Ya yağmur yağar, seller akar, fidanlarımı sürüklerse; ya kar yağar, beyazlar boyunlarını bükerse ne yaparım!? diye düşünmekten gözlerine bir türlü uyku girmedi.

Bir sabah bahar, sırtında en güzel çiçeklerin kokusuyla bahçıvanın kapısını çaldı gülerek.

Uykudan henüz kalkan doğayla birlikte, fidanlar da boy attı. Dallarına su yürüdü, çimenlere komşu oldular.

Baharla birlikte uyanan yalnız fidanlar değildi tabi. Topraktan büyük bir açgözlülükle çıkan kurtçuklar, iklimler ötesinden gelen yırtıcı kuşlar da almıştı yeşilin kokusunu. Anlaşılan fidanlar, baharda da havalarını atamayacaklardı. Ama bahçıvan durur mu? Göz nuru döktüğü fidanlarının başında nöbet tuttu gece gündüz demeden.

Soğuktan elleri titredi çoğu zaman. Üşüdü, üşüdü, yine de düşmanların kucağında yalnız bırakmadı gözbebeklerini.

Yaz geçti, güz geçti; kar tanecikleri zamanın ibresine asıldı.

Azgın soğuk, fidanları dondurup çatlatmak isterken bahçıvan, mevsimler ötesinden güneşi omuzlayıp getirdi onlar için. Işık demetini elleriyle serpiştirdi gözlerine. Çünkü fidanların büyüyüp gelişmesini yalnızca kendisi için istemiyordu.

İnsanlığın huzurlu bir şekilde, barış içinde yaşaması, sevginin tüm insanların yüreğine cemre gibi düşmesi onların yaşamasına bağlıydı.

Ve yıllar sonra?

Bahçıvan, elinde bastonuyla güneşin bunaltıcı sıcaklığından kaçmak için serin bir yer aradı.

İleride gür yapraklarıyla dimdik duran ağaçlar, sanki ona ?Hadi buraya gel? diye el sallıyordu.

İhtiyar, bir dost görmüş gibi, onların yanına koştu. Yılların kamburlaştırmakta zorluk çektiği sırtını, gövdesi en iri olan ağaca yasladı.

Yaprakların arasından süzülen güneşin billur ışıklarını yudumlarken muhayyilesinde yıllar sanki onunla alay ediyordu.

Bahçıvan her şeye rağmen, yılların, ya da insanların küçümseyen bakışlarına aldırmadan görevini yapmıştı.

Mutluydu, hem de çok mutluydu.

Saatler sonra, güneş tepelerin ardından yavaş yavaş kaybolurken ihtiyar da her geçen saniye gözlerindeki ışığın biraz daha karardığını hissediyordu.

Ama gözleri kararsa bile artık onun yüreğinde hiç sönmeyecek ışıklar vardı?