Bugün, 20 Nisan 2024 Cumartesi

Nazmi KILIÇ


BATAN GEMİ         

BATAN GEMİ         


 

         Hayatında herkes sevdiklerinden ayrılmanın verdiği hüzünden nasibini almıştır. Bunun nasıl bir duygu olduğunu anlatmak ayrı bir mevzu. Hiç şüphesiz ki zamanlı veya zamansız ayrılıklar ve vedalar daima içimizi acıtır. Canımızı yakar.  

Öğretmen bir gün denizin ortasında batmak üzere olan bir geminin hikayesini sınıfta öğrencileriyle paylaşır. Gemideki çift cankurtaran botunun yanına kadar gelir ve sadece bir kişilik yer olduğunu görür. Hikâyenin gerçekliği hakkında tamamen emin olmasam da, hepimizin hikâyeden ders çıkaracağını zannediyorum.

Öğretmen, hikâyeyi anlatmaya başlar. Gemi, denizin ortasında aniden batmaya başlar. Gemideki bir çift cankurtaran botuna yaklaşırken sadece bir kişilik yer kaldığını görür. O an adam, karısını geride bırakır ve bota atlar. Batmak üzere olan gemideki kadın eşine bakar ve son cümlesi şu olur. Öğretmen bir an durur ve öğrencilerine, “Sizce kadın, kocasına ne demiş olabilir?” diye sorar.

Öğrencilerinin çoğu: “Senden nefret ediyorum. Nankör herif!” demiştir diye cevap verir. Öğretmen, köşede sessizce oturan bir çocuk görür ve aynı soruyu ona da sorar. Çocuk, “Öğretmenim bence “Çocuğumuza iyi bak demiştir'” diye cevap verir. Öğretmen şaşırarak çocuğa sorar, “Daha önce bu hikâyeyi duymuş muydun?” Çocuk kafasını sallar ve “Hayır ama annem babam vefat etmeden önce aynı şeyi söylemişti.” der.

Öğretmen suratında üzgün bir ifadeyle, “Cevabın doğru” der. Gemi batar, adam evine gider ve kız çocuğunu tek başına yetiştirir. Yıllar sonra çocuk vefat eden babasının günlüğünü bulur. Meğerse çift gemi seyahatine çıktıklarında kadına ölümcül hastalık teşhisi konmuş. O kritik anda, baba ölmek üzere olan eşi yerine kendini bota atmış. Baba günlüğünde, “Denizin dibine beraber batmayı o kadar isterdim ki. Ama çocuğumuz için, tek başına denize batmanı izlemek zorunda kaldım.” yazmış.

Hikâye biter ve sınıf sus pus olur. Öğretmen, çocukların hikâyeden gereken dersi çıkardıklarını düşünür. İyiyle kötüyü ayırmanın, aralarındaki ince çizginin ne kadar kafa karıştırıcı olduğunu anladıklarını düşünür. Bu nedenle, olaylara yüzeysel olarak bakmamalı ve ön yargılarda bulunmamalıyız.

Hesap geldiğinde hesabı ödeyen bir arkadaş, zorunlu hissettiği için değil arkadaşlığa paradan daha çok önem verdiği için bunu yapar. İş hayatında sürekli inisiyatif alanlar bunu aptal oldukları için değil sorumluluğun ne demek olduğunu bildiklerinden yaparlar. Tartışma sonrasında ilk özür dileyen kişi bunu suçlu olduğu için değil etrafındakilere değer verdiği için yapar. Size sürekli mesaj atan birisi, yapacak başka bir şeyi olmadığından değil, size önem verdiğinden bunu yapar.

Hiç şüphe yok bir gün hepimiz sevdiklerimizden er veya geç bir şekilde ayrılacağız. Sohbetlerimizi ve beraber kurduğumuz hayalleri özleyeceğiz. Bir gün çocuklarımız eskilerden bir fotoğraf görecek ve “Bunlar kim?” diye soracaklar. İster istemez içimiz cız ederek “Bunlar, hayatımın en güzel günlerini geçirdiğim insanlar.” diye cevap vereceğiz.

Hayat elbette ki maddiyat biriktirmek için çok kısa, dost biriktirmek için oldukça uzundur. Kim ne yaşarsa yaşasın yaşanmış dostlukların getirisi bizim maddi kazançlarımızla ölçülemeyecek kadar kıymetlidir. Öyle anlar geliyor ki karşımıza çok basit tercihlerle çok değerli varlıkları kaybediyoruz.

Derin düşünme yerine basit ve çıkarcı düşünmelerle fırsatı kaçırıyoruz. Elbette önümüze çıkan her tercihin arkasında bir gücün olduğunu, bir imtihan sorusu olduğunu düşünmek gerekir. Yoksa onlar hayat sürecinde sıradan karşılaştığımız basit ayrıntılar değildir. Her şey basit sandığımız ayrıntıda gizlidir. Neyi ne için, kimi kim için feda edeceğimiz tercihini sunan akabinde notunu da tutmaktadır. Rabbim bizi tercihlerimizi haktan yana kullanan kullarından eylesin. Sağlıcakla kalın.