Bugün, 26 Nisan 2024 Cuma

Selim EROĞLU


BAYRAM NOTLARI

BAYRAM NOTLARI


    Bayramın birinci günüydü. Hava oldukça açık ve güneşliydi. Cam gibi bir hava vardı.
    Köyümüzün camiisinde Bayram namazımızı eda etmiş, kurbanlarımızı ifa etmek üzere eve gelmiştik. Yediden yetmişe herkeste neşe ve mutluluk vardı. Bayramın ruhuna uygun hareket etmeye çalışıyorduk.
Bütün ev halkı kurbanımızı eda etmekle meşguldük.
    Bir ara yorulmuşum, asmanın altında dinleniyor, olan biteni temaşa ediyordum. Bu esnada yaşları  sekiz ila on arasında olduğunu tahmin ettiğim dört çocuk avludan içeri girdi. '' Bayramınız mübarek olsun'' diyerek sırasıyla ellerimizi öptüler. Yüzleri gülüyordu. Akrabamız, komşumuz, köylümüz değillerdi. Kendilerini daha önceleri görmüşlüğümüz yoktu. Aksanları bize benzemiyordu. Çok sevimli, mini mini çocuklardı. Sıra sıra dizilip karşımıza geçtiler. Belli ki bir şeyler umuyorlardı. Bu da en tabii haklarıydı. Ne de olsa bayramdı. Bayram yapmak bütün ümmetin hakkıydı; bilhassa çocukların hakkıydı. Çocuklar da bu haklarını kullanıyorlardı.
    Urfa'dan fındık toplamak için köyümüze gelen ailelerin çocuklarıymış. Hemen evimizin yakınındaki çadırda kalıyorlarmış. Komşumuz olduklarını biliyorduk ama komşuluğumuz zayıftı. Çocuklar bize, aynı dili konuştuğumuzu, aynı duyguları paylaştığımızı, aynı havayı teneffüs ettiğimizi, aynı inanca sahip olduğumuzu hatırlattı.
    Ev halkından,   konuşmanın kısa sürmesini ve çocukların bir an evvel gitmesini arzu edenler oldu. Müsaade etmedim. Asıl imtihan buradaydı. Bırakın çocukları, kimseyi üzmemek bayramın icaplarından değil miydi? Üzmemek ne kelime bilakis sevindirmek gerekmez miydi?
     Dünyayı tanımak çocukları tanımakla başlar.
    İsimlerini sordum.
    Sırasıyla; Fatma, Zeynep, İbrahim ve İsmail dediler. Tam da bayramla mutabık isimler. Hele İsmail, kurbanlık koç gibi  duruyordu karşımızda.  Tam bir teslimiyet hali vardı. Ne sorsan cevap veriyordu. İbrahim'in yüzünde hüzün vardı. Konuşmakla konuşmamak arasında kararsızdı. Fatma ve Zeynep  Peygamberimiz'in  kerimeleri değil miydi?
    ''Benim ismim Zeynep'' deyince Ömer  Döngeloğlu'nun   televizyonlardaki hüzün dolu anlatışı aklıma geldi.
    ''Size de hayırlı bayramlar'' deyip gönderebilirdim. Böyle yapmayı vicdanıma kabul ettiremedim. Hamiyetim de vardı, çok şükür çocukları sevindirecek kadar param da vardı.  Çocukları, çocukların istediği şekilde sevindirmek istedim. İçinizde başkan kim dedim. Boyca biraz büyük gözüken Fatma, diğerlerinin de onayını alarak başkanlığı kabul etti. Başkana bir miktar para verdim ve bunu bozdurup diğerlerine adil bir şekilde paylaştırmasını söyledim. Uygulamayı kabul ettiler. Parayı teslim alan Başkan Fatma'nın peşinden, tekrar bayramınız mübarek olsun, diyerek avludan ayrıldılar.
    Ortamı tam bir bayram havası kaplamıştı. İşte dedim muhacirlere bizler layıkıyla ensarlık yaparsak   bayramlar bayram olur, dedim. Çocukların sevinmediği bayramlara bayram denmez.
    İnsanlık işte, endişelerim vardı. Başkan Fatma'ya tembih etmiştim. Parayı adil bölüştürmesini ve geçerken bana bilgi vermesini söylemiştim. Kurbanın telaşından dediklerimi unutmuştum. Belki de önemsememiştim.
    Akşama doğru Fatma çıkıp gelmesin mi?
    Amca dedi, dediğini yaptım. Parayı bozdurdum, Zeynep'e,  İbrahim'e ve İsmail'e haklarını verdim, dedi.
    Bu sorumluluk şuuru  ve dürüstlük karşısında etkilenmemek mümkün değildi.
    Aklıma Orhan Kemal'in   ''Elli Kuruş'' adlı hikayesi geldi.
    Bu bayram benim için çok güzel hatıralarla geçti.
    Bize insanlığımızı hatırlatan Fatma'ya,  Zeynep'e, İbrahim'e, İsmail'e… çok teşekkür ediyorum.
    Bilmiyorum tekrar karşılaşır mıyız?
    Bahtları açık olsun.