Bugün, 29 Mart 2024 Cuma

Zeki ORDU


BAZLAMAÇ`TA ÇARPAN KALPLER


Bir şey nasıl sevilir? Soruyu değiştirelim, bir şey neden sevilir?

Gerçek sevginin ön şartı olmaz. Şayet sevgide ön şart aranırsa bu ya bir heves, ya da bir menfaat gereğidir.
Uyuzlu bir köpeği seven Mecnun`a “Sen hakikaten delirmişsin, hiç uyuz köpek sevilir mi?” diye sorana Mecnun; “O Leyla`nın köyünden” cevabını vermiş.

Eh! Bize susmak düşer.

Geçen hafta TEOG adı verilen imtihanda görevli olarak Terme`nin Bazlamaç Ortaokulu`nda görevliyim. İlk defa gideceğim bu yere orayı iyi bilen meslektaşımla beraber gitmeye karar verdim. Yaşar Hoca oralı olduğu için hem yol arkadaşım, hem de mihmandarımdı.

İlk defa gidilen yerler insanda bazı izler bırakır. Bende de öyle oldu. Yaşar Aydın hocamla hem sohbet ediyor hem gidiyorduk. Karadeniz`de baharı bilirsiniz. Her yer yeşermiştir ve size izahı mümkün olmayan bir huzur veren havası vardır. Biz yolları ardımızda bırakırken, yurdumuzun güzelliğini baharın kokusuyla içimizde sindiriyorduk. Biliyorduk ki bu ülkeyi bize emanet edenler bizim refah ve mutluluğumuz için mücadele etmiş ve bu güzel coğrafyayı bize emanet etmişlerdi.

Bunları düşünürken ağlamakla ağlamak arasında bir hisse kapılıyordum. Bu coğrafyanın çilekeş insanlarını düşünüyor, onları görmeden seviyordum. İnsanın hiç tanımadığı birilerini sevmenin adı nedir? İnsan sevgisi mi, memleket sevgisi mi?

Güzelliklerin birini geçiyor, diğeriyle karşı karşıya geliyorduk. Uzaktaki tepeler sanki düzlüklerin bekçisi gibiydi. Düzlükler her ne kadar Mecnun`un sahrasına benzemiyor, Tepeler de Ferhat`ın deldiği dağlardan daha sarp değilse de bize aitti. Buralarda bizim insanlarımız yaşıyordu. Buradaki yaşlılar bizim dünümüz, çocukları ise yarınlarımızdı. Biz yarınlarımızın geleceğini tayin etmekte görevliydik.

Ne zor şeydi şu imtihan. Birilerinin bir yerlere gitmesi, bir kalemin ucuyla karaladığı daire sayının doğruluk dercesine bağlıydı. Hâlbuki hepsi bizim yarınlarımızdı. Hepsi bizim geleceğimizdi. Biz bazılarının boynunu bükük koyacaktık…

Zaman mesafeleri kısaltıyordu. Ve görevli olduğumuz okulun önüne geldik. “Seçeceğimiz” öğrencilerimiz oradaydı. Bizi bekliyorlardı. Her birinin minicik kalpleri nasıl atıyordu kim bilir? Peki, bu yaşta bu yavrulara yapılacak eziyet miydi? Ancak çare yoktu ve en adil olan yol böyle bulunmuştu.
Bizim görevli olduğumuzu yabancı olmamızdan anlıyorlardı. Köy çocuğu olmanın verdiği terbiye ve mahcubiyet her hallerinden belliydi. Bize ışıl ışıl bakıyorlardı. Sanki medet umuyor gibiydiler. Yüzleri elma çiçeğinin pembesi gibiydi. Allah`ım ne masumiyetti o!

Hepsini yerlerine oturttuk. Gözleri önünde soru zarflarını açtık. Onlar bize tarif edemediğimiz bir hal içinde bakıyorlardı. Minicik kalplerinin atışlarını duyar gibiydik. Sorular dağıtıldı. Süre başladı. Her şey karalanmış dairelerin niteliğine bağlıydı. Makine karalanmış dairelerin doğruluğunu seçebiliyordu da, yaralanmış yürekleri birbirinden ayırt etmeye yetmiyordu.

Geleceğimiz karşımızda terlerken ben bunları düşünüyordum. Bir an karşımda Şube Müdürlerinden Cuma Arpacı Beyi görünce bir an duraksadım. Zahmet edip ilçeden kalkıp gelmişler ve bizleri ziyaret etmişler. İyi de etmişler. Yıllardır muhatap alınmayan köylünün karşısında bir yetkili görmek, bir köylü olan beni memnun etmişti.

Şu bilinmeli ki köylü hala daha; mahcubiyet, mahrumiyet, samimiyet ve itaat açısından çok yerden ileridedir. Ne mutlu bizi de hatırlayanlara.
Zaman doldu, kâğıtlar geldikleri yerlere kondu. Ve sonuçlar makul bir süre sonra ilgili şahıslara bildirilecek. Biz o “masum Anadolu” çocuklarının kalp atışlarını ruhumuzda hissederek görev yerimizden ayrıldık.

Geride kendilerin hissedecekleri kalp çırpıntıları kaldı…

Sahi sizin de kalbiniz bir şeyler için çarptı mı hiç?