Bugün, 28 Mart 2024 Perşembe

Zeki ORDU


BİR DERGİ DÖRT BAYAN

BİR DERGİ DÖRT BAYAN


Bilgi Pınarı dergisi üçüncü sayısıyla okuyucusuyla buluştu. Daha üzerimizden ilkinin heyecanını atamadan ardı ardına yepyeni konular ve yazarlarla tekrar huzurlarımızda. Ben de bu haftaki yazımı dergiye ayırayım diye düşündüm ama sadece yazar isimleri ve konu başlıklarını yazsam sütun dolar. Ben de dergimizin bayan yazarları hakkında birkaç kelam etmeyi uygun buldum.
Büyük düşünürlerimizden mütefekkir Cemil Meriç`in dergiler için unutulmaz bir sözü vardır. “Dergi hür tefekkürün kalesidir.” der Cemil Meriç. Hakikaten öyle. Bir makale, deneme, şiir, kitap gibi sadece bir yazar veya şaire ait değildir dergi. Yayın hayatı devam ettikçe onlarca kişi kalem oynatacak, fikirlerini serdedecektir. Hal böyle olunca herkes kendi seçtiği bir konuyu yani duygu ve düşüncelerini kaleme alacaktır.

*** *** ***
Biz dergimize geçelim.
Bu haftaki yazımızda dergide yazısı bulunan Dilek Şentürk, Nermin Yılmaz, Fikriye Şavlığ ve Belma Aykül ve seçtikleri konu hakkında bir iki kelam etmek istiyorum.
Öncelikle dergini imtiyaz sahibi ve yazarlarından Dilek Şentürk Hanımefendi`nin seçmiş olduğu konu Terme açısından büyük önem taşımaktadır. Dergiye konu ettiği “Hacı Kuzu Ailesi” başlıklı yazı tam manasıyla bir belgesel. Bahse konu aile tarihi açıdan değer taşımaktadır. Size bu yazıyı anlatacak veya özetleyecek değilim. Zaten dergide yazıyor. Ancak bahse konu ailenin büyüklerinden Çuhadaroğlu Mehmet Bey`in II. Abdülhamid ile bacanak olmasının gün yüzüne çıkması tam manasıyla tarihi bir olayın gün yüzüne çıkması demektir. Düşünebiliyor musunuz, bu derginin bir şekilde ülkenin muhtelif yerlerine gitmesi, bu bilgilerin ağızdan ağza dolaşması veya ileriki zamanlarda bir araştırmaya ışık tutması açısından değerini.
Ve daha aile hakkında nice bilgiler. Bundan dolayı Dilek Şentürk`ü tebrik ederim. İleri sayılarda Terme ve ülke açısından daha nice dosyaların gün yüzüne çıkmasını temenni ederiz.

*** *** ***
Gelelim Nermin Yılmaz Hanımefendi`ye…
“Hayat Arabası” başlıklı trajik hikayesi aslında hayatın içinden bir konu. Yani her an ülkenin ve de dünyanın bir yerinde hikaye edilmiş haliyle değil de yaşanır haliyle vuku bulmaktadır. Net ve anlaşılır bir dille kaleme aldığı bu hüzünlü yazıyı okuyup da içi sızlamayan birinin olacağını tahmin edemiyorum. Yokluk, soğuk, çaresizlik ve hayat… İşte bütün bunları son derce akıcı şekilde kaleme almış. Bunda tiyatroyla olan ilgisinin de büyük payı olduğunu düşünüyorum. Yoksa bir metin nasıl tiyatro tadında kaleme alınabilir ki?
Nermin Yılmaz`ı da tebrik ederiz.

*** *** ***
Sırada geleceğin yazar adayımız var. Fikriye Şavlığ`dan bahsediyorum.
Bundan önce de olduğu gibi son hikâyesini de dikkatlice okudum. Hani “isterseniz yapmayın” diye bir tabir vardır ya o misal işte. Çünkü yine eskilerin tabiriyle “Nevi şahsına münhasır” bir üslubu var. Bunda aldığı eğitimden öte kendi istidadı ve tercihi de belirleyici olmuş. Belli ki ileriye doğru ses getirecek eserlere imza atacak gibi. Tabii kendisi ister ve bu hususta gayret ederse. Ben şahsım adıma başarılı olacağını düşünüyorum. İsmini zikretmem ama üslubu bana günümüz bayan yazarlarından birini hatırlatıyor. Hatırlatıyor dedimse benziyor demek istemedim. Yani farklı bir ve `özgün` bir üslup. Fikriye Şavlığ`ı tebrik ederiz.

*** *** ***
Son yazarımız Belma Aykül.
Derginin tasarımı ona aitti. Eh bu sefer de bir yazıyla yer almış dergide. Belli ki yavaş yavaş ısınıyor. Isınmaya ayaklardan başlamış. O rengârenk ipliklerle örülen çorapları görünce daha giymeden ısınıyor insanın hem ayağı hem de içi. Mevzudan da anlaşılacağı üzere “Ayakların Kadim Dostu” adlı eseri renk katmış dergiye. Eh! Devamını bekler, kendisini de tebrik ederiz.
Daha dört kişiyi yeterince anlatamadan yerimiz bitti. Hani “yerim dar” demiş ya biri. O misal değil. Benim yerim gerçekten bitti. Sizin de gördüğünüz gibi.
Dört hanımefendiyi tekrar tebrik eder, daha nice sayılarda buluşmayı temenni ederim.