Bugün, 19 Nisan 2024 Cuma

B.Rahmi ÖZEN


BİR YÜREK YIKTIMSA

BİR YÜREK YIKTIMSA


                                                                                                                  Felakete uğramış bir ananın gözleri önünde evladının doğrandığını,

                                                                                                                   vahşet karşısında gücü bulunmayan anaların çığlıkla inlediğidir…

Berrak bir gökyüzü ve yazın sıcak bir ayında sonu gelmez ince yolları Pir'im, hiç durmadan yürüyor. Az ötesinde pınarı bulunan bir söğüdün gölgesi… Yorgunluğunu gidermek için kestirmeyi yeğliyor. Bir mola.
Kolunu yastık yapıp söğüdün gölgesine uzanıyor. 
Gözleri tam dalacakken tıslaya tıslaya gelen merkep üstünde bir adam. Bıyıkları sarkık, iri yağız bir köylü… Pir'ime doğru gülümseyerek geliyor. Gülücüklerine bakılırsa buraların yerlilerinden olsa gerek.
'Selamünaleyküm!' deyip diyalogu başlatıyor.
Doğrulup toparlanıyor, Pir'im: 'Ve aleykümselâm!' diyor.
Adamın altındaki merkep zayıf mı zayıf, bitkin mi bitkin, yaşlı mı yaşlı… Belki ömrünün son demini yaşıyor.  
Adam, gülümseyerek:
'Buralar, tekin yer değildir, bre yabancı!' diyor. 'Yırtıcılar vardır. Çakallar, kurtlar, ayılar, sırtlanlar buralarda cirit atar. Çok yorulduysan ben ineyim, gel, sen bin merkebime. Can bedeli ödemeden yolumuza devam edelim.' 
Teşekkür ediyor Pir'im. 'Hayvana eziyet etmeyeyim, bire can! Hem ben, bu yorgun halimle yaya gitsem, senin merkebinden daha hızlı giderim.'
'Kılık kıyafetine bakılırsa gönül ehli bir adama benziyorsun. Lakin merkebimi hafife alıp gönlünü kırdın.'
Gülümsüyor Pir'im. Adam; 'Yaşlıdır, zayıftır. Lakin her sözü anlar.' diyor. 'En sadık dostumdur. Çok insanda bulamadığım sadakat ve dostluğu onda buldum.'
Pir'im, onu köylü sanıyor. Adam derunî konuşunca özelliklerinin farkına varıyor. Kelimelerin ağırlığı altında eziliyor. Ayağa kalkıyor:
'Senden ve merkebinden özür dilerim!' diyor ve adamın eline sarılıyor. 'Dilim kurusun! Sürçtü işte!' diyor. 'Kusur ettim.'
'Şimdi de benimle alay ediyorsun!'
'Niçin böyle anladın?'
'Senin gibi başkaları da bu merkebe dil uzatmıştı. Ama ne benden, ne merkebimden özür dilemedi. Sen, alayla özür diliyorsun.'
'Hep noksanlarımızı tamamlamak için varız. Söyler misin yolculuğun nereye?'
'Samsun'a.'
'Çok uzak...' deyip susuyor, Pir'im. Aynı hataya bir kez daha düştüğünün ayırtına vararak kesiyor sözü. 'İşin mühim galiba?' diye soruyor.
'Çok.' diyor, adam. 'Yüreğim keder dolu. Onu boşaltmaya gidiyorum.'
'Nasıl boşaltacaksın?'
'Köyüm, ıstırap adına her türlü kederi yaşadı. Kıtlığı, yokluğu, eşkıya zulmünü, yangını, yağmayı, kuraklığı…'
'Kaybın var mı? Neyini aldılar?'
'Hiçbir şeyimi… Ama yine de bir keder var içimde. Mühim bir şey yitirmiş gibiyim.'
'İçindeki kederin gideceğin yerle ilgisi ne?'
'Orada büyük bir zat varmış. O zatın vaazını dinlersen kederin geçer, dediler.'
'Bahtın açık olsun! İnşallah kedersiz dönersin köyüne.'
'İnşallah!'