Bugün, 20 Nisan 2024 Cumartesi

Zeki ORDU


BİR HİCRAN YARASI: AKKUŞ


Yer vardır doğduğun için oradasındır, yer vardır doyduğun için orada…

Dünyaya gözlerini açan insanoğlunun hayat seyri nasıl devam eder ve nasıl sona erer bilinmez. Bilinen odur ki bazı yerler insan hafızasından ölene kadar çıkmaz. İnsanda öyle bir iz bırakır ki var olduğun müddetçe seninledir.

Bir söz vardır hani “Mekanları şereflendirenler insanlardır” diye. Aslında o mekanlarda sizde kalan o izler oradaki insanların dahli vardır. Ve siz geri dönüp bir baktığınız zaman bütün yaşanmışlıklar hafızanızda resmigeçit yapar.

Bahsedeceğimiz mekan Akkuş. Kendi başına küçük ve mütevazı bir ilçe. Kendi küçük ama yüreği büyük insanlarla dolu.

Ve bir yatılı okul… Kısaca YİBO olarak bilinir. Her şey bu bilinen kadar değildir elbet. Bu ismin altında bir gönül tarihi, bir hüzün tarihi, bir umut tarihi yatar. Bir insanlık tarihi yatar. Kayıtlara geçmemiş, hafızalarda yaşayan bir tarihtir bu. Kimsenin kaleme almadığı, “gizli sırların aşikar olmadığı” bir tarih…

Orada öğrenciler vardır. Ahmetler, Ayşeler, Aliler Fatmalar… Her biri hüzünlü bir dünyanın çocuklarıdır onlar. Aileleri resmen var fiilen yoktur. Ana ve babaları kayıtlara geçmiş ama sarılamazlar. Köyleri vardır. Köylerinde ağaçlar vardır. Gün boyu göremese de rüyalarında serbesttir o ağaçları görmek. Tozlu yolları, kendisi soğuk sevgisi sıcak haneleri vardır.

Aliler, Fatmalar tahsil için ayrılmıştır yuvalarından. Her şey sözde onların eğitimi içindir. Dershane, etüt sınıfları, yemekhane ve yatakhane…

Aileleri vardır bu çocukların yolarını gözleyen. Her gelen minibüs öğrenci servisine benzer onlar için. Sonra aynı servis tekrar alır götürür onları. Ah bu servisler kavuşturanlar da onlar ayıranlar da…

Sonra öğretmenleri vardır bu çocukların. Sabahlara kadar aynı mekânı paylaşırlar.

Üç senenin ardın ziyarete gittim geçenlerde. Ben ayrıldıktan sonra altı kişi kalmış aynı anda görev yaptığım arkadaşlarımdan. Beni Elif Hürriyet Köksal alkışlarla karşılıyor okulun koridorunda. Sonra Öğretmen odasına gidiyoruz. Oradakilerle tanışıyoruz. Mesela Zeynep Çöpoğlu gıyaben tanıdığını söylüyor. Yeni tanıyanlar biraz daha sınırlı mecburen. Bu Nafia Negiz, bu Elif Yıldırm, bu, Kübra Aydın Saka diye başlıyorlar tanıtmaya ve devam ediyorlar kaldıkları yerden. Fatih Bayraktar, Erkan Gönül, Vedat Gök, Volkan Cömet, Fatih Gülşen… Bir bir tanışıyoruz. Çiğdem Çöpoğlu o an okulda yok ve daha önce bir vesileyle tanışıyorduk. Nurettin Saka beyin selamı geliyor.

Ve eski arkadaşlarım çeviriyor bizi. Ali Bilgin, Musa deniz Nurgul Cömert ve Zeynep Yılmaz. Memurumuz Hüseyin Gülbüz`ü görünce hüzünleniyoruz bir an.

Sohbet ediyoruz geçmişten. Bu arada Fatih Gülşen ile telefonda görüşmüşlümüz olmasına rağmen ilk defa yüz yüze görüşüyoruz. Volkan Cömert Hocamla kısa bir görüşmemiz olmuştu. Elif hürriyet Hanım neşesinden bir şey kaybetmemiş, Zeynep Yılmaz yine aynı tonda gülüyor. Musa

Deniz yine sessizliğini koruyor. Ali Bilgin`in o anlamlı bakışı yine çehresini süslemiş.

Müdür Bey yani Sezai Gebeş okulda değildi. Muharrem Ayhan ile de tanışamadık.

Yeni gelen arkadaşları ise tam anlamıyla harika. Hepsi de nerde olduklarını biliyor. Gayretleri yüzlerinden okunuyor. Biz hiç oturmadan Zeynep Yılmaz Hanımla edebiyat üzerine sohbet ediyoruz. İki saat ancak konuşabiliyoruz. Her zamanınkinin aksine bu sefer ilk defa ben kesiyorum sohbeti. Daha gezecek yerim var diye de bir mazeret üretiyorum.

Akkuş…

Bir hicran yarası. Neresini yazayım ki hakkıyla. İz yapmış bir kere gönlümüze. Silinir mi bilmem. Ne diyordu bir Adıyaman türküsünde: “Gönülde gezen sensin… “

Bir hicran yarsı yani