Bugün, 27 Nisan 2024 Cumartesi

Selim EROĞLU


BULAN SEVİNMEZ KAYBEDEN ÜZÜLMEZ

BULAN SEVİNMEZ KAYBEDEN ÜZÜLMEZ


 

   Bu ne menem bir şeydir ki kaybeden üzülmüyor, bulansa sevinmiyor. Bilmece gibi bir şey. Bu kadar değersiz ne olabilir acaba?

   Bir şey buluyorsunuz sevinemiyor değil sevinmiyorsunuz. Size ait olan bir şeyi (her ne ise) kaybediyorsunuz üzülemiyorsunuz değil, üzülmüyorsunuz.

   İbare, basitmiş gibi gözükse de derin anlamlar ifade ediyor.  İfade, içinde iki tane tezat sanatı barındırıyor. Bulmak ile kaybetmek, sevinmek ile üzülmek birbirine zıt kavramlar. Sınav sorusu olabilecek kıvamda.

   Edebiyatta bu tür ifadelere sehl-i mümteni denildiği erbabınca malumdur. Yani şöylenizde basit, anlamda derin demektir. Bu deyimi de ilk defa yine Yusuf Öz’den duymuştum. Baktım, Yusuf Abi’nin yakın çevresi de bu ifadeyi sık sık kullanıyor.

   Yusuf Abi, isim vermez ama deyimi daha ziyade kıymeti pek olmayan insanlar için kullanırdı. Hatta bazılarının bizzat yüzüne karşı söylerdi. “Üzülmene gerek yok, konusunu bile yapmaya değmez. Seni ne yapsınlar. Seni kaybeden üzülmez, bulan sevinmez” derdi muhatabına. Samimiyet o derece ilerlemiş olurdu ki tepkiler gülmekten öte geçmezdi.

   Var mıdır böyle insanlar? Ölsün diye bakılanlar, gitse de kurtulsak diye düşünülenler, nerden çıktı şimdi bu… diye endişelenenler kimseler var mıdır acaba? Ben şahsen yoktur diyemiyorum. Yedi-sekiz milyar insan içinde neden olmasın?

   “Kişi kendin bilmek kadar irfan olmaz” deniliyor. Kişi,  kendi değerini ayaklar altına düşürmemeli. İnsanlar, kıyafetleriyle karşılanırlar, bilgileriyle ağırlanırlar, edebleriyle uğurlanırlar. Ne güzel bir  ifade.

   Kıyafet, karşılanmak için yeterli geliyor ama ağırlanmak ve uğurlanmak için yeterli gelmiyor. Kıyafet, bilgi ve edeple taçlandırılırsa bir değer ifade ediyor. Mevlana öyle demiyor mu? Ne insanlar gördüm, üzerinde elbise yok. /Ne elbiseler gördüm, içinde insan yok.   Demek ki bu anlayış yeni değil.

   Zulmü ayyuka çıkmış Timur ile Nasrettin Hoca beraberce hamama gitmişler. Göbek taşında dinlenirlerken Timur’un aklına bir muziplik gelmiş. Hoca’ya: “Bu vaziyette ben kaç para ederim” diye sormuş.

   Hoca, Timur’u şöyle bir yukarıdan aşağıya süzmüş. Kafasından bir hesap yapmış. “On para edersin” cevabını vermiş. Cevaba içerlenen koskoca Timur: “Bre Hoca, on para nedir ki, on para sadece belimdeki peştemal yapar” demiş. Hoca da hiç istifini bozmadan “zaten ben de ona değer biçtim” demiş. Timur’a “sen beş para etmezsin” demenin bundan daha güzel bir ifadesi olabilir mi?

   Bunu sadece insanlar için düşünmemek lazım. Her insanın hayatında böyle durumlar vardır. Şöyle bir düşünelim. Neyi bulunca sevinmeyiz, neyi kaybedince üzülmeyiz?

   Tersini düşünelim: Neyi bulunca üzülüyoruz, neyi kaybedince seviniyoruz?

   Düşünmeye değer. Konuyla ne alakası var tam kestiremedim ama bir hocamız öyle diyordu: “Bir kişiye haddinden fazla değer verirseniz, kendi değerinizden kaybedersiniz”. En iyisi herkese hak ettiği değeri vermek.  Bütün mesele de bu zaten…