Bugün, 20 Nisan 2024 Cumartesi

Mehmet TÜRKAN


CEKETİN DÜĞMESİ -1

CEKETİN DÜĞMESİ -1


    Bu hafta, Öğretmenler Günü hatırası olarak kaleme aldığım yaşanmış bir gerçek hayat hikâyesini sizlerle paylaşmak istiyorum. Hikâye şöyle:
     Burası görev yaptığım ikinci okuldu. Bu okulda her biri ayrı bir özellik ve güzellik taşıyan yüzlerce öğrencim var. Hepsinin ayrı bir hikâyesi, hepsinin kendine mahsus bir dünyası var. Bu uzak, merkezden mahrum kalmış taşra kasabının geçimi de oldukça zor. Dağların arasında bir vadi. Vadinin her iki yamacı da fındık bahçesi ve mısır tarlaları ile dolu. O kadar yeşil bir vadi ki taşları bile yağan yağmurların etkisiyle üzeri yeşillenmiş yani yeşil yosunlarla kaplanmış. 
    Bu vadi bilinmeyen bir Çanakkale olan Harşit Vadisi. Tirebolu'dan Bayburt'a kadar uzanan ve binlerce destanın yazıldığı, Türkiye Cumhuriyetini kuran iradenin Paşalarından birçoğunun görev aldığı bir cephe hattı. 1. Dünya Savaşın'da Rusların durdurulduğu son savunma cephesi. Hâlâ hatıraları taze ve birçok hikâyeleri anlatılıyor. Görev yaptığım bu okulda da o kahramanların torunları okuyor. Ben de onların öğretmeniyim.
    Bu günkü gibi okullarda taşıma diye bir kavram yok. Çünkü geldikleri köylere mahallelere yol da yok. Sadece Tirebolu'dan başlayıp vadiyi boydan boya geçen yarı patika yarı araba yolu diyebileceğimiz stabilize bir yol var. 
    Öğrencilerim sabah okul için yola düştüklerinde yamaçlardan yuvarlanıp gelen gül tomurcukları gibi geliyorlar. Kasabanın girişine kadar kara lastik ayakkabıları ile gelip kundura türü ayakkabı alabilenler değiştiriyor kara lastiklerini bahçe diplerine, taş aralarına koyuyor akşam giderken tekrar giyerek evlerine dönüyorlar. Ayakkabısı olmayanlar lastik ayakkabılarının çamurlarını silerek okula geliyorlar, Çantalarında kuru bir mısır ekmeği ya da varsa birkaç çökelek. 
    Bu gül tomurcuğu öğrencilerimden dikkati çeken onca yokluğa rağmen çok başarılı öğrencilerim var. Ay gibi yüzleri, çakmak çakmak gözleri var. Onlardan birisi de dedesinin savaş hikâyelerini, cepheye gidip de dönmeyen büyük amcalarını, dedesinin dört beş yıl sonra köyüne döndüğünde hiçbir akrabasını bulamayıp hüzünle saatlerce, günlerce evinin kapısında ağladığının hikâyesini dinlediğim Mehmet Emin. 
    Mehmet Emin, esmer ama berrak yüzlü, tombul yanakları olan, devamlı tebessüm eden bir delikanlı. 1.70 boylarında zayıf çelimsiz bir öğrenci. Lacivert bir ceketi, mavi bir gömleği bir de kahverengi kırmızı karışımı bir kravatı var. Derslerde çok dikkatli, hemen her şeyi düzenli not ediyor. Yanındaki arkadaşı Nurettin ile sanki ayrılmaz ikili ve sanki birbirinin kopyası gibiler. Bazıları onları ikiz kardeş sanıyorlar ama soyadları farkı kapatıyor, akraba değiller ama akrabadan öte bir dostlukları olduğu görülüyor.
    Mehmet Emin'de dikkatimden kaçmayan bir şey var. Ceketinin yakası hep kapalı düğmesini hiç açık görmedim. Eğer yakası açık ise bu sefer eli ile mutlaka ceketinin eteklerini tutup yana açılmasını önlüyor gibi. Ne kadar da saygılı, edep ve adap sahibi bir çocuk diyorum içimden.
    Mevsimlerden baharın sonu yazın başlangıcı bir zaman.  Ortalık yavaş yavaş yeşilleniyor. Günlerdir yağan yağmurdan sonra açılan havada bir toprak koksusu ve ayrı bir berraklık vardı. İnsanlar tarlalarına bahçelerine dağılmış kimi mısır ekiyor kimi fındık bahçelerinde temizlik yapıyor. Koyular kuzulamış. Bahçelerin diplerinde baharın keyfini çıkarıyorlar. (Devamı Haftaya)