Bugün, 19 Nisan 2024 Cuma

Mehmet TÜRKAN


CEKETİN DÜĞMESİ -2

CEKETİN DÜĞMESİ -2


    Teneffüs zili çaldı. Öğrenciler birer ikişer kimi koşarak dışarı çıktılar. Mehmet Emin ile Nurettin yine birlikte dışarı çıktılar. Yine çekeninin düğmesi yine kapalı ve bir eli de yine ceketinin karın boşluğunun üstüne gelen kısmının üstünde.
    Bahçede nöbetçiyim ve onları izliyorum. Okulun nehir tarafındaki duvarının dibine kadar gittiler. Aralarında şakalaşıp sohbet ediyorlar. Ağır ağır yanlarına gittim. Hemen toparlandılar. Bir iki hasbıhal ettikten sonra;
-Mehmet Emin, senin elin niye hep karının üzerinde, neden ceketinin yakası hep kapalı. Ona rağmen çoğu zaman ellerin yine ceketinin eteğinin üzerinde? Dedim.
- İrkildi, şaşırdı.
- Şeyyy!  Sizlere saygı ve hürmetimden hocam. Dedi.
-Ama biz yokken, hiç kimse yokken hatta derste sırada otururken de böylesin. Dedim.
    Kızardı, yüzü al al oldu. Gözleri doldu başka bir şey söyleyemedi.
- Şu ceketinin yakasını bir açacağım dedim. Şaka yollu ne var ne saklıyorsun. Altın mı var cebinde? Dedim.
-  Aman hocam olur mu? Ben yakamı açamam. Dedi.
Dur bir açayım derken kendini geri çekince ceketinin yakasında olan elimin etkisiyle ceketinin düğmesi koptu. Ceketinin yakası açıldı.  Bir de gördüm ki gömleğinin devamlı eliyle tuttuğu kısmı yamalı. Çok mahcup oldu. Diyecek bir şey bulamadı. Başını önüne eğip hüzünlü bir ifade ve yanımdan uzaklaştı.
Çok üzüldüm. Ağzım dilim kurudu. Ne söyleyeceğimi ne yapacağımı bilemedim. Kendimi affedememenin verdiği bir suçluluk duygusuyla Mehmet Emin'i çağırıp soramadım. İçim içimi kemiriyordu. Böyle bir dert var da ben niye bilmiyorum, niye fark edemedim? Arkadaşı Nurettin'i çağırdım. Durumu ondan dinlemek istedim. İçim bir kez daha paralandı.
Babası öğretim yılı başında ona kıt kanaat bir takım okul elbisesi almış. Bir yıl belki de birkaç yıl kullanacağı bir elbise. Evlerinde ütü olmadığı için ekonomik durumu az daha iyi olan komşularından ütü almış. Ütüyü kullanmayı tam da bilemediğinden olsa gerek fazla ısıtmış olacak ki gömleğinin karın boşluğuna gelen kısmını yakmış. Ne diyeceğini, yapacağını şaşırmış. Ağlamış, üzülmüş. Ailesinden günlerce saklamış. Sonra gömleğin cebini sökerek yanık yeri yamamış. Başka gömleği de olmadığı için gömleğinin yaması görünmesin diye hep ceketinin yakası kapalı gezmiş. Hatta öyle bir hal almış ki üzerinde ceket ve gömlek olmasa bile eli devamlı orada durur olmuş. O dönemlerde öğrencilerimizin bir giyimlik elbise alması bile çok zor iken ikinci bir elbise alma şansı hiç yok.
Sınıfa girdiğimiz zaman bilmeliyiz ki karşımızda duran her çocuğun bir hikâyesi, çoğu zaman bilemediğimiz ayrı bir dünyası vardır. Hiç bir şey göründüğü gibi değildir. 
O yüreğimi dağlayan öğrencim liseyi bitirdi. Ardından üniversite de bitirdi. Şu anda bir öğretmen, bir meslektaşım aynı zamanda önemli bir kurumun da yöneticisidir. Hâlâ onunla görüşmeye devam ediyorum. Her gördüğümde de o ilk günkü mahcubiyetimi hissediyorum. İnanıyorum ki o da bu sahneyi asla unutmamıştır. O gün bu gündür eli ceketinin yakasında bir öğrenci görsem aklıma bu sahne geliyor. Her seferinde hüzünleniyorum, o mahcubiyeti hiç unutamıyorum. Bu sebepledir ki bu günkü öğrencilerime bu hikâyeleri anlatarak hallerine şükretmelerini ve varlığın kıymetini bilmelerini, her varlığın bir darlığının da olabileceğini hatırlatıyorum.