Bugün, 25 Nisan 2024 Perşembe

Nazmi KILIÇ


CENNET KOKUSU         

Zamanların birinde saf, temiz, her şeye ve herkese kanan bir adam yaşarmış.


Zamanların birinde saf, temiz, her şeye ve herkese kanan bir adam yaşarmış. Gayesi insanlara hizmet edip Rabbinin rızasını kazanmakmış. Fakat insanlar, onun bu saflığından yararlanıp, kötü şakalar yaparlar, üzerlermiş. Bu saf adamın köyünden bir grup insan umre ziyareti yapmaya karar verirler. Giderlerken bu adamcağızı da götürmeyi istemişler. "Yolda biraz takılırız, zaman geçiririz." diye. Nihayet uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra yüce Allah'ın evi Beytullah tüm heybetiyle görünmüş.      

         Müslümanlar ve bizim iyilik timsali saf adamımız sevinçle ona koşmuş, umre vazifelerini yerine getirmişler. On gün burada ibadet yapan kafile artık toparlanıyormuş. Medine'ye gitmek için yola koyulmuşlardı. Mekke'den bir mil mesafe ayrılmışlardı ki, içlerinden biri çantasından birtakım kâğıtlar çıkarmış, arkadaşlarına dağıtmaya başlamış. "Bu nedir?" diyenlere: "Susun, sessiz olun. Bizimki duymasın, ona müthiş bir oyun hazırladım." demiş. Kafilede olanlara dağıtmış. O kâğıtlardan sadece saf adama vermemiş. Arkadaşları dayanamamış, "çabuk anlat, oyunun nedir?" demişler. Adam:
         "Birazdan saf adam gelecek. Elimizdeki kâğıtların ne olduğunu soracak."
         "Eee, biz ne diyeceğiz?" diye atılmış arkadaşları.
         "Bu kâğıtlar bize cennetten gelmiştir. Umre ziyaretimizi kabul eden Allah, bizlere beraatlarımızı gönderdi." diyeceğiz. Arkadaşlarından bazıları:
         "Fakat bu çok ağır bir şaka." dedilerse de bu işi yapmaya karar verdiler.
Biraz sonra saf adam yanlarına gelmişti. Birde ne görsün, herkesin elinde birtakım kağıtlar, onu öpüp kokluyorlar. Dayanamadı:
         "Ey benim arkadaşlarım! Nedir o elinizdeki öpüp kokladığınız kâğıtlar?" diye sordu. Birbirlerine kaş göz edip gülüşmüşler. Bu oyunu hazırlayan zat ona:
         "Aaa, senin bu kâğıtlardan haberin yok mu?"
         "Hayır, yok."
         "Ama nasıl olur, bak, hepimize gönderildi bundan."
         "Fakat anlamıyorum, nedir onlar? Kim gönderdi?"
         "Kim olacak, umremizi ve ibadetlerimizi beğenip kabul eden Allah gönderdi." Saf adam âdeta beyninden vurulmuştu. Sonbaharda yaprakları dökülüp en ufak bir rüzgârda titreyen bir gül ağacı yaprağı gibiydi. Dudakları:       "Rabbim! Rabbim!” diye kıpırdıyordu. Aniden yönünü Mekke'ye çevirdi. Kâbe karşısındaydı; birden olanca kuvvetiyle koşmaya başladı. Arkadaşlarının "Dur gitme, şaka yaptık." sözünü duymuyordu bile. Onun gönlü yanmıştı, belki Nil nehri oraya aksa, söndüremeyecekti. Düşüyor, kalkıyor, ağlıyordu. Sonunda kavuşmuştu Beytullah'a. Ona öyle bir sarıldı ki, gözyaşlarını, Kâbe'nin örtüsü içine çekiyordu. Kalbini âlemlerin Rabbi olan Allah'a bağlamış haykırıyordu:
         "Ey yüceler yücesi Allah'ım! Ey Rabbim! Niye benim beraatımı vermedin, ne kusur ettim? Allah'ım! Arkadaşlarım öyle sevinçli, ben böyle boynu bükük kaldım. Rabbim! Sana yalvarıyorum! Benim de beratımı ver. Ne olur Allah'ım, beratımı ver!"
         O, yalvarırken, kafasına bir şeyin değip yere düştüğünü hissetti. Bir de ne görsün, arkadaşlarının kâğıtlarından daha güzel bir kâğıt. Hemen aldı, sevinçten ne yapacağını şaşırmıştı. Kalktı kafilesine doğru hem koşuyor, hem bağırıyordu:
         "Aldım! Ben de beratımı aldım!" Arkadaşları şaşırmıştı. Adam yanlarına gelince, elindeki kağıdı aldılar. O da neydi? Bu kâğıt nasıl da güzel kokuyordu! Bu kadar güzel koku koklamamışlardı. Üstelik garip, harika desenli bir kâğıttı. Hepsi telaşlıydı, işin içinde bir iş vardı. Mekke'ye döndüler, o devrin büyük âlimi büyük zata kâğıdı verdiler. Âlim zat kâğıdı eline alır almaz, ayağa kalktı.
         "Sübhanallah! Bu cennet kokusudur. Bu bir berattır, falan adama yazılmıştır. Hem de nur mürekkeple yazılmıştır." Hepsi donmuşlardı, kimileri ağlıyordu. Âlim saf adamı kucaklamış sakallarından, yüzünden, ellerinden öpüyordu.
         "Ne olur bana dua et!" diye rica ediyordu.
         Allah, bu saf kuluna rahmet etmiş, ona nazar edip mükâfatlandırmış ve arkadaşlarına da bir ders vermişti.