Bugün, 20 Nisan 2024 Cumartesi

B.Rahmi ÖZEN


CEREN Kİ YÜREĞİ AŞKA MAYALI

CEREN Kİ YÜREĞİ AŞKA MAYALI


Ceren ki; koca ovada ‘yüreği aşka mayalı bir güzeller güzelinin eliyle yıkansın yüzlerimiz’ deyu yetimler, yolunu gözleyendir. Ceren ki; elindekini, avucundakini, eteğindekini, kucağındakini herkesle paylaşandır. Ve ondandır ki; alnı Allah’a secde ederken elmas bölükleri gibi parlayandır.

Ceren ki; kederli sırların yüreği bir destandır… Destan ki; başı da, sonu da biber acısındadır. Geceler boyu uyuyamaz, Ceren. Yanıp durmakta olan ateştedir gözleri. Üstü küllenen korların tükenişinde eriyordur umutları. Közlerin üstünü, yorgan gibi kaplamıştır, pamuk görünümlü kül tabakası. Zamanın eriyişiyle birlikte ferini kaybediyordur kül altında kızıl korlar.

‘İşte!’ demiştir, anacığı; ‘İnsanın ömrü de aynen yanıp tükenen ateş gibidir, Ceren’im! Bir gün sönecektir, o ateş. Her şey, tıpkı bu ateş gibi bir gün son bulacaktır. Lâkin bir şey son bulmayacaktır, bilir misin,  sadece bir şey!?’

O anne ki; Karaçalı’ya, Karkgucak’a, Dalbahçe’ye, Söğütlü’ye, Beşikli’ye, Terme’ye, Çarşamba’ya velhasıl tüm ovaya ün salmış bir çınardır. Çınar ki; kalın, güçlü ve koruyucu kocaman kolları vardır. Çınar ki; serinletici, iyileştirici, doyurucu yaprakları vardır.

Ceren, uykusuz gözlerini küllenen ateşin korlarından koparmış, bir anlamla anacığının gözlerine yamamıştır.

Bakışlarından yansıyan manayı anlamıştır, anne. Amacı Ceren’in ince sızılı yüreğini yoklamaktır. Sezdiği bir muammayı çözmek için Ceren kıza ince mesajlar gönderiyordur.

 ‘O dediğim şey, gönül mangalında hep yanıp duracaktır, Ceren’im!’ demiştir, anacığı Hande. ‘Yandıkça çoğalacaktır.’

Ceren, susmuştur. Anacığı; ‘O şeyin ne olduğunu bilir misin, Ceren?’  diye sormuştur.

Ceren kızın karanfil kırmızısı dudaklarından zor bir kelime çıkmıştır. Kelime, kâinattaki her şeyi kucaklar kadar geniş bir mana taşımaktadır:

‘Aşk değil mi, anacığım?’ demiştir, Ceren. ‘Aşk…’

Anacığı, Ceren kızın böyle bir cevap vereceğini beklemiyordur. ‘Ceren, bunu nereden bilebilirdi?’ diye düşünmüştür:

‘Nasıl da bildin, gözümün nuru?’ demiştir. Rüyaya dalar gibi küllenen ateşin közlerine dalıp gitmiştir, anne. Zaman sonra rüyadan uyanır gibi kendine gelmiştir tekrardan; ‘Bildin!’ demiştir. ‘Gönül mangalında ancak aşk ateşi daim yanar. Hiç sönmez... Onsuz hayat...’ deyip susmuştur, anacığı.

Ceren, cümlenin sonunu getirmiştir: ‘Hiçtir!’ demiştir. ‘Bir hiçtir onsuz hayat!’

Hayretini gizleyememiştir, anacığı; ‘Bilgece bir cevap bu.’ demiştir.

Ceren’i anlamıştır. Onu, biraz daha açmayı, içini almayı düşünmüştür, ana kadın. ‘Yazıklar olsun hiçliğin girdabında çırpınıp duranlara!’ demiştir. ‘Yazıklar olsun aşkın eteğine sarılmayanlara!’

Ana kadın, Ceren kızın üzerinde sezinlediği ancak asla söylemeyip saklı tutacağını bildiği bir gerçeği çok zekice; cımbızla çekip bir sonuca varmak istemiştir. ‘Ben, ölümsüzlük deryasının eteklerine sarılmışımdır, Ceren’im!’ demiştir. ‘Ölümsüz olana âşık olmuşum.’

Ceren kız, sessiz dinlemiştir. Annesi, devam etmiştir; ‘Aşk olmazsa yürekte, insan bir kuru akçe bile etmez, Ceren!’ demiştir. ‘Gönül derdinin devası aşktır kızım! İnsan, noksan ve fâni olana âşık olsa o güzellik bir gün son bulur. Son bulan bir güzelliğe aldanıp sarhoş olmak mahlukâtın en onurlu yaratılmışına yakışmaz, bunu bilir misin?’