Bugün, 24 Nisan 2024 Çarşamba

B.Rahmi ÖZEN


CERENLER GİBİ SEKE SEKE

 CERENLER GİBİ SEKE SEKE


‘İnsan bir avuç topraktan yaratılmıştır ki; Yaradan’ı övsün, yaratılmışı sevsin diye. Er, insan gönlünü kutlu bilsin, alnını secdeye koysun diye döşek kılınmıştır yer. Dağ, korkusundan donakalmış, deniz Rabbimizin haşmetinden titremiş ve su kesilmiştir.’

 

Ceren…

Yuvada bülbül, ovada şehla gözlü sultan, Simenit gölünde beyaz kuğu ve avcısının önünde yakalanmaz ceylan…

Hayran kalıyor, onu bir kere gören; ‘Ey cemalin hakkı için; güzelliği Yaratan Rabbim! Ceren’i gören gözlere sabır ver!’ diyor.

Çünkü birbirinden habersiz iki dost yüreğini, birden kebap ediyor Ceren’in güzelliği. Damarındaki ateş habire harlanırken; İbrahim, ateşin harıyla hangi bilinmedik fırın ateşlerinde yanmakta... Hay İbrahim, hay!

‘Aşk, muhabbet demine ulaştığında Yâr ile halleşmenin ve aşka kapı aralamanın zamanı gelecektir, hay Rabbim!’ diyor, ol aşkı yüreğine gömen sabır abidesi İbrahim. Ol deyişle buluyor maşukunu, harap bir yürek içinde.

Ya Yusuf’un hasret çeken gözleri… Ol gözlerden ova toprağına düşen kan kırmızısına karışmış damlalar. Yüreği, göğüs kafesine sığmıyor, Yusuf’un. Kabaran yüreğinde anlatılmaz bir heyecanın soluklanışı… Devasa bir heyecan…   Gönül gözü açık, erdemin yüreklerde balkımış gül tozu bir can olduğu için;. ‘Gül yanaklı Yusuf.’ diyorlar, ona. Bir ayrıldı mı köyden, aylar sürüyor dönüşü. Şiirler terennüm ettiğinde erenler meclisinin söz sultanı oluyor. Söz, senindir denildiğinde yüreklere akan coşkun bir pınar gibidir, bal tatlısı dili. Ilgıt ılgıt rahatlatan ve ipek yumuşaklığında Yunus canın gönül tezgâhında dokunmuş, gönül pasını yuğan mısralardır; terennümleri. Arı duru, bal tadında bir Türkçe... Hayran bırakan bir üslup…

Sohbet meclislerinin açılışında şeker şerbet oluyor, mısraları.

Dergâhın sohbet salonu… Tüm ovalı erenler toplamış, yürekleri yıkayan güzel sözler konuşuluyor. Gören göz, duyan kulak hayran kesiliyor, o sözlerine. Meclisteki her bir can, ötekinin yüzünün aynası, sanki… Nur akıyor yüzlerinden, bal damlıyor, dillerinden.

Kalın minderler üstüne oturuyorlar. Nasırlı ellerinde kehribar tespihler var; ‘Ya Hay’ ve ‘Sübhanellah’ çekenlerin… Eteği bırakılmayacak gönül ehlidir, dil ehlidir her biri.

Gül yanaklı Yusuf, görevi biter bitmez dağları aşar, dereleri tepeleri geçer; kurt ile kuş ile bir olur; ilahi bazından dillendirir, Yunus’un altın mısralarını. Ovalı erenlerin son meclisiymiş gibi yüreği heyecan içindedir, her dem.

Halkanın tam orta yerinde postunun üstünde aşk sultanı, herkesi tepeden tırnağa şehla gözlerle süzüyor. Ay ve güneş onun yüzünden doğuyor.

Ve hizmetçiler, cam kâselerde kızılcık şerbeti sunuyor.

Yusuf’un da İbrahim gibi kutlu bir cihad için dergâhtan ayrılma günüdür. ‘Gideceksen; yüreğini bırak da git, hay Yusuf! Dilini ve yüreğini… Ol yüreğin kilidini açık bırak ki, insanlar, sesini duyabildikleri kadar duysunlar.’

Ve gönül ehli; ‘Allahuekber’ çekiyor yudum yudum. ‘Sübhanellah’ çekiyor, nefes nefes. İnsanın hidayet ve mutluluğu için Maşuk’un ulu dergâhına avuç açıyorlar. Aşkın bu topraklara kök salması için yalvarıyorlar. İnanç dolu dilleriyle; ‘âmin’ diyorlar. Tespih seslerini duyar duymaz; zaman silinip gidiyor.

Dünya yuvarlağı, ince bakışlarında rengârenk şekle bürünen bir top...

Kulaklarıyla değil, yürekleriyle duyuyorlar, meleklerin kanat sesini.