Bugün, 29 Mart 2024 Cuma

Ahmet SEZGİN


ÇOCUKLUĞUMUN RAMAZANI


İlk ramazan orucunu ilkokul 3. sınıfta 3 gün tutmuştum. İlkokul öğretmenimiz Mazhar Şahin, ?Sınıfta oruç tutan var mı?? diye sormuştu bir gün. Sınıfta büyük bir sevinçle yalnızca ben parmak kaldırmıştım. Mazhar öğretmenim, bana ?aferin? dediğinde nasıl gurur duyduğumu anlatamam. O gün büyüdüğümü, adam olduğumu hissetmiştim. O vesileyle namaz kılmaya başlamıştım. Aç ve susuz kalmanın ne kadar zor olduğunu, Allah´ın bize ne büyük nimetler verdiğini, fakir olsak da şükretmemiz gerektiğini idrak etmiştim. Büyüklerin sıcak, susuzluk ve açlıktan çok zorlandığı eylül ayında sabrım çok artmıştı.

Oruç tutuğum ilk gün unutarak yemek yemiştim, çünkü Allah bana çocuk olduğum için çok merhamet etmişti. Annem yediğimi gördüğü halde o da bana anne yüreğiyle acıdığı için oruçlu olduğumu hatırlatmamıştı. Unutarak yemenin orucu bozmadığını öğrenince Allah´ı daha çok sevmiştim.

İlkokul 4. sınıfta 9 gün, ilkokuldan sonra da tam 30 gün oruç tutmuştum. Çok acıktığımız için fındık bahçesinde kafamıza göre yemek yemenin hayallerini kurmak, annemin kuzinede yaptığı sıcak buğday ekmeği ile sacda pişirdiği böreğin kokusunu içimize çekmek, sürekli saate bakarak iftar sofrasında ailece heyecan ve huşu içinde akşam ezanını hasretle beklemek, ezan sesini duyduğumuzda yüreğimizi hoplatan bayram sevincini yaşamak, sahurda yediğimiz kızartılmış ekmek ile mıhlamanın lezzeti, Ferhat ağabimin ?Sen oruca dayanamazsın.? diyerek bana kızışı, gurbette olan babamın soframızda olmayışının hüznü, çocukluğumun en unutamadığım ramazan hatıralarındandır.

Annem, ömrümüzün en güzel, en leziz yemeklerini iftar ve sahur yemeklerinde yapardı yahut biz öyle zannederdik. Mustafa Rıfat ağabeyim ve kardeşim Fatma ile oruç tutmadığımız günlerde bile sahur yemeğine bizi de kaldırmasını tembih ederdik annemize. Kimse uyandırmasa da sevimli kedimiz Osman uyandırırdı bizi. Eğer sahura kalkamamışsak, sabahleyin uyandığımızda çok üzülür, annemize küserdik.

Bağsaray Köyü Arımdere Mahallesi, köy merkezine epeyce uzaktı.10 hanelik mahallemizde cami olmadığı için teravih namazlarını her gece bir başka komşu evde kılardık. Mustafa Rıfat ağabim, arkadaşlarım Fahri ve Mehmet ile katıldığımız bu teravih namazları öncesi ve sonrasında çok eğlenirdik. Dışarda oyunlar oynardık. Büyüklerin anlattığı hatıraları, ettikleri muhabbetleri, yaptıkları samimi şakaları dinlemek de bizi çok mutlu ederdi. Yetmişli yıllarda mahallemizde elektrik de yoktu televizyon da. O geceler evlerde genellikle bizim lüks lamba etrafı iyice aydınlatır; biz de gönlümüzce oynar, eğlenirdik.

Ramazan boyunca teravih namazlarını kıldırmak için köy merkezinden çağrılan geçici hoca, Nazım Özdemir isimli ağabeydi. Yirmi yaşlarında olgun ama çok cana yakın olan Nazım ağabeyi çok severdik. Her gece ayrı bir eve misafir olur, orada iftar ve sahur yemeğini yer, o evde akşam ve teravih namazlarını kıldırırdı. Nazım ağabinin bize geleceği geceyi heyecanla beklerdik. Teravih namazının ev sahibi biz olurduk. O gece için daha özel hazırlık yapardık.

Çocuk gözümüz ve yüreğimizle o zamanlar herkes iyi insandı ama ramazan ayında herkes melekti sanki. ?Gül kokulu, gül yüzlü, gül insanlar vardı / Yaban gülleri, ayrık otları / Gönül bahçemizi sarmadan önce.? ?Gül kokulu Peygamberimizi severdik / Gül dudaklardan okunan mevlidlerde/ Gül suyu dökerdik gül insanlara.? Gül gönüllü insanlar arasında gülen gül çocuklardık biz. Oruç ve ramazan; bizi yüreğimizden, dilimizden, gözümüzden, kulağımızdan, elimizden ve ayağımızdan tutuyordu çünkü.

Ey çocukluğumun Ramazanı, seni çok özledik! Bizi yine tutmaya gel ey oruç!