Bugün, 19 Nisan 2024 Cuma

Zeki ORDU


DENİZDE TAŞ SEKTİRME



Yaşlandığımızdan mıdır nedir son zamanlarda geçmişe dair yazılar yazıyoruz. Bir bakıma hafızamızı tazeliyoruz. Ancak yazdıklarımız yeni nesil için hiç de anlaşılır bir şey değil.

Bir gün sınıfta eskiye dair konuşurken konu mahrumiyetlere gelişti. ?Oyun oynamaya bile yeterli sayıda arkadaşımız yoktu, akşamları evde tek başımıza kalıyorduk? dediğimde; ?Bilgisayarda oyun oynamıyor muydunuz? diye sormuştu bir öğrencim. Ona ülkede bile bilgisayarın olmadığını kavratmak için akla karayı seçmiştim.

Yeni nesle ?yok?u anlatmak bile zordu. Mesela elektriğin olmadığına inanmıyorlar, inananlar da o hayatı sıkıcı buluyorlardı. Geçmişi anlatmak zor işti vesselam. Biz yine de bir şeyler söylüyor en azından kendimizi avutuyorduk. Ha, az da olsa inanalar oluyordu. Hatta ?Siz daha güzel bir çocukluk geçirmişsiniz? diyenler bile vardı.

Eskiden oynadığımız en zevkli oyunlardan birinin de derde veya denizde taş sektirmek olduğunu söyleyince, ?Bu oyundan zevk alınır mı? diye şaşıranlar bile oluyordu. Ne güzel günlerdi o günler! Bugün yaşları kırkın üzerinde olanlar dere veya denizde mutlaka taş sektirmiştir. Hatta yarışmalar düzenleyip münakaşa bile ettiğimiz oluyordu. Bazı ?çıtır? arkadaşlarımız deneme atışı yapıp başarılı olunca ?deneme? fikrinden vazgeçip işi ciddiye alınca ?homurtu?ların ardı arkası kesilmiyordu.

Derede taş sektirme, denize benzemiyordu. Denizin sınırı olmadığından, en uzağa giden taş veya seken taş sahibi daha avantajlı oluyordu. Derede ise kural daha farklı idi. Taş sektirme yarışmasına girenlerden taşını karşı tarafa su üstünden geçirenler avantajlı oluyordu. Burada sektirilecek taşın önemi fazlaydı.

İster dere olsun isterse deniz, taş sektirmenin zevki bir başkaydı. Belli bir süre bu oyunu oynar, daha sonra oradan ayrılırdık. Yaz ise dere veya denizde yüzer, acıkınca yanımızda getirdiğimiz ekmeğe katık arardık. Dere kenarında isek el yordamı ile taş altındaki balıkları avlar çalı çırpı ateşinde ?balık közlemesi? yapardık. Etraftan temin ettiğimiz salatalık ve domatesler ise açık hava soframızın zenginliklerinden olurdu.

Sonra türküler söyleyerek bulunduğumuz yeri terk ederdik. Cebimizde gazoz alacak kadar para varsa mahalle bakkalından gazoz alır, mümkün olan en uzun sürede tüketirdik. Zaman çok çabuk geçerdi. Sanki bir gün bir saat gibi olurdu. Akşam eve döndüğümüzde gaz lambası altında büyüklerin nasihatlerini dinlerdik.

Elektriğimiz yoktu. Dolayısı ile elektrikle çalışan eşyalar da yoktu. Yaşadığımız anlar hayatın ta kendisiydi. İçinde yalan, riya, menfaat olmayan bir hayattı. Her gece yarının hayalini kurarak uyur; rüyalarımızda da taş sektirdiğimiz olurdu.

Kısaca rüyalarımız bile ?rüya? gibi olurdu.

Rüyalarımızda çok şeyler görürdük. Kimi yarına ait, kimi yarınlara?

Ah o rüyalar!

Rüyalarım olmasa?