Bugün, 24 Nisan 2024 Çarşamba

Mehmet TÜRKAN


DERDİ ÇEKEN BİLİR

DERDİ ÇEKEN BİLİR


Yakın zamanda yaşamış olduğum ciddi bir sağlık probleminden sonra daha önce yazdığım ve çok etkilendiğim asl olanın sağlık olduğunu ifade den bir yazı ile yeniden gazetemizde yazmaya başlıyorum. Bütün okurlularıma, dostlarımı selam ve hürmetlerimle.

 

“ Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi

Olmaya devlet cihânda bir nefes sıhhat gibi” (Kanuni/ Muhibbi)

 

“Halk arasında devlet kadar itibarlı bir başka şey yoktur ama dünyada bir nefeslik sıhhat gibi saadet ve zenginlik olmaz”

 

Hani Nasrettin Hoca’nın bir fıkrasında, Hoca damdan düşmüş yerde kıvranırken

- Hoca ne oldu, nasıl düştün?

- Hoca neyin var?

- Çok acıyor mu? … gibi meraklı sorulara sinirlenen Hoca;

- “Yahu kardeşim siz boşa konuşuyorsunuz. Siz benim derdimi anlamazsınız. Bana damdan düşen birini getirin.” Deyişini hepimiz biliriz. Benim bu yazımda anlatmaya çalışacağım sözler bunun üstüne birkaç kelâm olacak.

 

“Şeb-i yeldâyı müneccimle muvakkit ne bilir

Müptela-yı gama sor geceler kaç saattir.” (Sabit)

 

“Yıldız falcıları ve vakti ölçenler en uzun geceyi ne bilir. Hele bir gam çekenlere sorun bakalım geceler kaç saattir.”

Bekâra karı boşamak kolay gelir. Bir olayın bir derdin içinde olmayanlar çok kolay konuşur, çok kolay ahkâm keserler. Çok konuşanlar da çoğu zaman boş da konuşanlardır. İş başa düşünce işin rengi değişir. Bir sorumluluğun altında olmayanlar için kolay olan konuşma bir sorumluluk verilince iş değişir. O sorumsuzluğun azmiyle konuşanlar konuştuklarının altında ezilip kalabilirler.

Bir çiftçinin derdini bir başka çiftçi, bir doktorun derdini bir başka doktor, bir öğretmenin derdini bir başka öğretmen, bir yetimin derdin bir başka yetim, bir başka öksüz anlar. Bu böyle eşleşerek uzayıp gider.

Karnı tok olanlar cümle âlemi tok sanırmış, karnı aç olanlar da âlemde ekmek yok sanırmış. Her derdi en iyi onu çeken bilir. O derdin sıkıntısı da en iyi o derde düşene anlatılır.

Yukarıdaki beyitlerde işlenen konu sağlık ve sağlığı kaybetmenin verdiği dert, sıkıntı ve ızdırap ile ilgili. Geceleri yatıp uyuduğumuz zaman eğer bir hastalığımız, ince bir sızımız, yüreğimizi yakan bir ayrılık acımız, gönülleri yakan bir söz acımız yok ise çok rahat uyur ve sabah ederiz. O gece, en uzun gece de olsa en kısa gecelerden biri olur. Uzun gece ile kısa gecenin bir farkı olmaz bizim için.

“Şeb- gece, Yeldâ- uzun” demek, ikisi birlikte en uzun gece demek yani 21 Aralık gecesi, yılın en uzun gecesi demek. Buradaki uzunluk zaman ölçenlerin, vakit ölçenlerin yani muvakkitlerin belirlediği gece süresidir ama bir de der ü gam ile dolu olduğumuz bir gecenin uzunluğunu düşünelim.

Başınızın ya da dişinizin ağrıdığı bir geceyi düşünün. Bir rahatsızlığınızdan dolayı çektiğiniz ızdırapla geçirdiğiniz bir geceyi düşünün. Sevdiğiniz insanların hasta yatağının başında geçirdiğiniz geceyi düşünün. Bir kara haberin ardından geçirdiğiniz geceyi düşnün. Yüreğinizi yakan bir ayrılığın verdiği acıdan uyuyamadığınız bir geceyi ya da haksız yere

yediğiniz bir söz okunun açtığı yarayla geçirdiğiniz bir geceyi düşünün. Kısacası, dil-i mecruh ve dil-i bimâr ile yani yaralı bir gönül ve hasta bir gönülle geçirdiğiniz bir geceyi düşünün. Günlerce aylarca sırt üstü yatmak zorunda olan insanı en basitinden diş ağrısıyla geçirdiğiniz bir gece, en kısa gecelerden biri de olsa gecelerin en uzunu olma mı?

İşte o zaman bir türlü sabahın olmadığını, sabahın habercisi olan ezanın okunma zamanın bir türlü gelmediğini, bülbüllerin bir türlü ötmediğini görürsünüz. Dakikalar saat, saatler gün olur, günler asra bedel olur uzar gider de bir türlü sabah olmaz.

Demek ki o zaman en uzun gece, müneccimlerin, muvakkitlerin ölçtükleri en uzun gece değil derd ü gam ile geçirilen gecedir. Gecenin uzununu dert ile gam ile bir gece geçirene sormak en doğrusu olsa gerektir. Sözü bu konuyu en iyi işleyen şu iki beyitle bitiriyorum.

 

Hastanın halinden ne bilir sağlar

Düşen melul mahzun, yastık kan ağlar

 

Derdime vâkıf değil cânân beni handân bilir

Hakkı vardır şâd olanlar herkesi şâdân sanır