Bugün, 23 Nisan 2024 Salı

Selim EROĞLU


‘'DEVRAN'' NE DEVRANDI

‘'DEVRAN'' NE DEVRANDI


       Mesleğimin ilk yıllarıydı. Yatılı okulda çalışıyordum. Öğretmenliğimin en güzel yılları burada geçti. Kalıcı dostlukları, unutulmaz hatıraları burada edindim. Burada yaşadıklarımı yazsam ciltler dolusu kitap olur. 
       Maraşlı tarihçi Kemal Pekmez ile beraber bekâr lojmanında kalıyorduk. Lojmanımız hamama bitişik olduğundan 'hamam palas' diye de tabir olunurdu. Lojman dediysem, büyük bir mekân anlaşılmasın. 1940'larda yapılmış, Köy Enstitüsü zamanından kalma 60-70 metrelik bir garip haneydi.  Son gittiğimde, yerinde yeller esiyordu, yıkılmış. 
       Yatılı okulun en zor işi gece nöbetleridir. Yaklaşık 500 öğrenciyi sevk ve idare etmek, görevi vukuatsız tamamlamak büyük bir zafer sayılıyordu. O zamanlar nöbet ücreti de yoktu. Bizden sonra çıktı.
   O akşam ev arkadaşım tarihçi Kemal Bey nöbetçiydi. Lojmanda yalnızdım. Tek başıma gah televizyon seyrediyor gah kitap okuyordum.  Saat 11'e doğru Kemal Bey geldi ama nasıl geliş. Yüzünden düşen bin parça. Ne oldu anlat hele demeye kalmadan başladı sıralamaya:
      “Herkesin belalısı, hani şu Devran var ya yine rahat durmadı. Gürültü yaptı, kurallara uymadı, laf dinlemedi, arkadaşlarının yanında bana karşı gelmeye cüret etti. Bir sabır, iki sabır derken dayanamadım. Kendimi kaybetmişim. Allah ne verdiyse çaldım. Mutlaka komalık olmuştur. Pişman mıyım değil miyim onu da bilmiyorum. Yarın ifademi alırlar, büyük bir ceza verirler, belki de okuldan belki de öğretmenlikten ayrılırım. Hakkını helal et” dedi.
       Hakikaten duyduklarım karşısında hem üzüldüm hem endişelendim. Sabaha kadar arkadaşı kendimce teselliye çalıştım. Hallederiz, bir şey olmaz dedim.
       Devran, okulda öğretmenler arasında ismi en çok geçen öğrenciydi. Her gün bir şekilde kendinden bahsettirirdi. Dersine girmiyordum. Açıkçası kendisini tam olarak tanımıyordum da. Bu benim için iyi miydi,  kötü müydü onu da bilmiyordum. 
       Sabah oldu. Okula gittik. Ben vukuatın izini sürüyordum. Nöbet defterine baktım, bir not düşülmemiş. Bu,  iyi bir durumdu. İdare binasına gittim. Müdür Bey'in, Müdür Yardımcılarının ağzını yokladım, bir bilgiye ulaşamadım. Öğretmenler odasında da hiç bahis açılmadı. Tabi Kemal Bey'in de dersi vardı. O da tedirgin bir şekilde günü tamamlamıştı. Akşam günün muhasebesini yaptık. Bir belirsizlik vardı ama en azından kamuoyuna yansıyan bir durum yoktu. Sevinmiştik. Galiba olay kapanacaktı.
       Hadiseden üç gün sonra benim nöbetim geldi. Kasten ve bilerek Devran'ın sınıfına yoklama almak üzere girdim. Oturun ve sessiz olun, yoklama alacağım dediğim de herkes oturdu, bir kişi hariç:
      “Sen niye oturmuyorsun, senin ismin ne bakayım” dediğimde “Devran hocam, ne acelesi var, otururuz işte” gibi cevaplar verdi. Aradığımı bulmuştum. Demek ki üç gün önce Kemal Bey'i zıvanadan çıkaran, her gün vukuatlarıyla gündeme gelen Devran buydu. 
       Disiplini sağlamak için bir karar vermem ve bir şeyler yapmam lazımdı. “Bak Devran, otur ve gürültü yapma, yoksa seni Kemal Hoca'dan daha beter yaparım” dedim. Bu kıyası tesiri olsun diye söylemiştim. Devran tınlamadı bile, ne karşılık verse beğenirsiniz:
      “Kemal Hoca ne yapmış ki hocam. Ben şerbetliyim, o dayaklar bana vız gelir. Vurduğu iki fiskeydi zaten, onu mu anlattı size”
        Benim tehdit havada kaldı. Devran iyi ki şerbetliymiş. Yoksa Kemal Bey de ben de yanmıştık.