Bugün, 29 Mart 2024 Cuma

Zeki ORDU


Dil Yarasını Andıracak Yara Bulunmaz

Dil Yarasını Andıracak Yara Bulunmaz


Dil, yani beş duyu organımızdan biri.
Dil, yani lisan.

Dil, edebiyatımızın ve hayatımızın en önemli kelimelerinden birisi... Bir organ olarak onunla tat alır, onun yardımıyla besinleri çiğner, onun yardımıyla konuşuruz.
Konuşmak:

Anlaşmanın, kaynaşmanın, kavganın ve sevginin ilk basamağı.
Savaşlar çıkaran da, gönüller fetheden de…
Nasıl kullandığımıza bağlı.

“Dilin kemiği yoktur.” sözü önemini anlatır. “Ağızdan çıkan söz mızrak misali geri dönmez.” derler. “Bin düşün bir söyle.” az laf mıdır?
“Kemiği yok ki dilimin ondan ne kadar bizarım/şikâyetçiyim” diyen şair dili tanımlamış kendince. O bazen “Yılanı deliğinden çıkarır”, bazen de insanı ipe götürür.
“Dilim seni dilim dilim diyeyim.” bir pişmanlığın izahıdır ayrıca.

En güzel sevdaları da açığa çıkaran dildir. İçten geleni dışa vurmasaydı nereden bilecektik Leylaları, Mecnunları, Şirinleri Ferhatları…
Dil, zamandan zamana anlamı değişen kelime.
Divan edebiyatında dil, gönül demek.
Ne güzel.

O zamanda yazılan bütün şiirlerde dili gönül olarak kullanmış şairler.
Divan şiirinde içinde `dil` geçen o kadar çok mısra var ki hangi birini seçsek. Ve `dil`e dair o kadar söz var ki. Yani gönül manasına gelen dilden bahsediyoruz.
Muallim Naci; “Dil benim, dide benim, aşk benim/ Neden ağır geliyor ağlayışım ağyara” demiş. Yani “Gönül benim, göz benim, aşk benim/ Ellere ağlamam niye çok geliyor, gözüne batıyor” diyor yani.

Öyle ya; ben gördüm ben sevdim, ben âşık oldum. Bu sebeple ağlıyorsam ellere ne diyor şair.
Neden olacak? Her işe karışmak gibi bir huy var ya ondan.

Yani dil böyle bir şey. Günümüz Türkçesinde lisan, Osmanlı Türkçesinde gönül.
O zaman bir mısra ile bitirelim bakalım, siz nasıl tercüme edeceksiniz?
“Dil yâresini andıracak yâre bulunmaz…”

Öyle mi dersiniz?
Öyledir, öyle…