Bugün, 25 Nisan 2024 Perşembe

B.Rahmi ÖZEN


DİLERSEK

DİLERSEK


    Öyle bir mekân olsa ki toprağımız; yeryüzünün yüz akı... 
    Bir havuz kesse yolumuzu ve içine semadan çiçekler yağsa. Altın musluklardan bengisular olsa içeceklerimiz. Damlalardan inci-mercan fışkırsa dudaklarımıza… Gönül fethetsek hayat boyu bu topraklarda… Bin bir nimetten oluşmuş bir sofra açılsa önümüze. Bir bansak ol sofradaki nimetin özüne, bir dalsak mest eden sohbetimize. En latif söz ırmağı, dudaklarımızdan akarken nefeslerimiz gülistana ve seslerimiz baharistana dönüşse.
    Gariplerin gönül evini tamir etmenin karşılığında renk armonisi gülistanda yaşasak…     Gözyaşını silsek, kelebekler gibi yüreklere konsak, ah! 
    Tohumlarımızı makbul topraklara eksek… 
İnsan yüreğini fethetmeyi nafile oruçtan yeğ     bellemiş olabilsek…
    O zaman…
    İşte o zaman öylesine tanımsız gül şafağı, bir bahar ülkesinde yaşarız dostlarım!
Yetim çocuklar, dul kadınlar; yaşlı babalar, ak pürçekli nineler; kimsesizliğin vahşi tadını yaşamasa sayemizde… 
    Kimsesizler; sert elmas taşı gibi keskin yaşamasalar yalnızlıklarını... 
    Yoksulluk; yoksulların can suyunu çöl gibi kurutmasa… 
    Gariplerin, yetimlerin, kimsesizlerin bakır renkli yüzlerinde öyküler yazdıran derin çizgileri silebilsek...
    Yetimlerin solgun dudaklarında mahpus olmasa sesleri...
    Ve himmetlerimizle dertlerin ağırlığından yüreklere batmış bir çöl dikeni güle dönüşse... 
    Yani ki; aşk galip gelse…
     'Ana, ekmek!' diyen çocuğun çehresinde kırılgan çizgiler olmasa biz varken…
    Okşasak ellerimizle yetimlerin saçlarını… 
    'Ekmek' diye çığlık atan çocuğun parmağı vicdanımıza dokunmasa... 
    Tüm bunların ödülü olarak toprağımıza bizleri tebrik etmek için gökyüzünden çiçek sunan müjdeciler inse… Gerdanlarımıza gümüş kanatlı kelebekler, konsa… Kuşlar, bizleri kutlamak için göğün boşluğunda bir sevinçle ebruli daireler çizse... Kendimize ve evlâdüıyalimize ayırdığımız ekmeği, başkasının çatlak dudaklarına sunmakla sevginin ve de aşkın yüce onurunu kurtarsak...
    İnsan, kendi bileklerine kendi elleriyle prangalara mahkûm etmemiş olsa yani. 
    Rüya mıdır, gerçek midir, düş müdür demeyin bu söylediklerimi…
    Biz, insanoğlu dilersek yaparız bunları. 
    Dilersek indiririz cennetimizi yaşadığımız öz toprağımıza…
    Dilersek bulutlar üstünde bir mekânda ak yürekli bir kuğunun kanatlarında âlemler dolaşabiliriz. 
    Dilersek kara bir gecede, yolumuzu gök katmanlarına asılmış avize gibi pırıl pırıl yanan dolunayla aydınlatabiliriz. 
    Onurumuzla aşabiliriz bütün engelleri ve ulaşabiliriz göklere… 
    Gözbebeklerimize erdemin özünü yamayabiliriz dilersek. 
    Yüceldikçe ulu göklere; altımızdaki dünyayı nokta kadar küçültebiliriz dilersek.     Dilersek ruhumuzu, evrenin boşluğuna mavilikler içinde bir mıknatıs çekebilir. 
    Dilersek; nigar bahçelerinden kulaklarımıza hoş sedalar yansıtabiliriz. 
Dilersek; yüreğimiz birleştirebilir gökle yeri. Ve de her şeyi. 
    Dilersek; ruhumuz ince bir çizginin ışığında uzayın derinliklerine süzülüp gidebilir. 
    Öyle olunca dilemesek de; gökler, kendi arzusuyla gelebilir ayaklarımıza. 
    Dilersek; ellerimize insan onurunu yücelten baharın goncası sunulur. 
    Dilersek; şebnemlerin ince nefesleriyle mutluluk makamında söyledikleri şarkıları duyabiliriz.
    Dilersek; aşkın tahtında eriyip gider     yerle deniz. 
    Dilersek; yıldız pınarları gibi galaksiler süsler gecelerimizi.
    Dilersek; aşk adına tanımı yapılmayan varlığın gülümsemesiyle durur, zaman. 
    Haydi, dostlar, dilemeğe…