Bugün, 27 Nisan 2024 Cumartesi

Yılmaz İMANLIK


DİŞ KİRASI

DİŞ KİRASI


 Her Ramazan, mümkün olduğu kadar yurtlarda kalan öğrencileri iftara çağırırmış Saffan Dede. Yurtta kalan çocukları sevindirmek, onlara ev yemekleri yedirmek ziyadesiyle mutlu ediyordu Ayşe Teyze’yi de. Öyle ki yaşlı haline bakmaksızın çocuklara hizmet edebilmek için yeni gelinler gibi koşturup dururdu evin içinde. Çocukların hepsiyle ayrı ayrı ilgilenir, nereli olduklarını, anne babalarının ne iş yaptıklarını falan sorardı. Ama çocuklar çok utangaçtı. Toplum içine pek çıkmadıkları için oldukça sıkılarak konuşuyorlardı.
İftardan yarım saat önce oraya gittim. Misafir odasında sessiz ve utangaç bir şekilde oturan on tane çocuk vardı. Selam verdim, hepsiyle ayrı ayrı tokalaştım. Beni görünce tebessüm ettiler, ayağa kalkmaya yeltendiler.
-Rahatsız olmayın çocuklar, dedim. 
O çocuklarla bir araya gelmek beni yine geçmişe götürdü. Acı, yalnızlık ve fakirlik dolu yıllara… Birileri bizi iftara çağırdığında ne çok sevinirdik o zamanlar. Çünkü ev yemekleri yiyecek, üstünde buram buram dumanı tüten, cam bardakta bir çay içecektik. Yurtta içtiğimiz çayların dumanı tütmezdi. Demir bardaklar ağzımızı yakmasın diye iki bardağı birbirine geçirirdik. İçindeki çayın açık mı demli mi olduğunu zaten anlayamazdık. Bir de şeker çay kazanının içine atıldığından bardağımıza şeker koyma şansımız da olmazdı. Çayın üstünde yağ mı deterjan mı olduğu tam belli olmayan bir parlaklık olurdu. Belli ki doğru yıkanmıyordu bardaklar. O yüzden misafirlikte çay içmek bizim için piyango gibi bir şeydi.  Bu çocuklar da o zamanlar benim yaşadığım sevinci yaşıyordu şu an. Ne çok sevaba girmişti Saffan Dede ve Ayşe Teyze’m.
Çocuklar evden ayrılırken Ethem Hoca hepsinin eline önceden hazırladığı 5 liraları verdi. Bu paralar çocukları daha da çok sevindirmişti. Belki de ceplerinde hiç harçlıkları yoktu.
Onlar gittikten sonra biz misafir odasında çayımıza devam ettik. Ethem Hoca söze başladı:
-Bilal hocam, biliyor musunuz atalarımız bu paraya ‘diş kirası’ demişler. Ne kadar ince düşünmüşler değil mi? Burada amaç, çocukları sevindirip ev sahiplerine sevap kazandırmak. Allah onlardan, onları yetiştiren ailelerden ve hocalarından razı olsun. Belki onların yüzü suyu hürmetine Allah günahlarımızı affeder. Bunun gibi daha ne geleneklerimiz var. Ama çoğunu bilmiyoruz. Bildiklerimiz de yavaş yavaş unutulmaya yüz tutuyor. Hele yeni nesil… Onlar birçok geleneğimize hep yabancı yetişiyor.  Bizim öğretmenlik yıllarımızda biz öğrencilerimize önce gelenek ve göreneklerimizi, doğru insan olmayı anlatırdık. Ah şimdikiler!Bizler öğrencileri sevindirirken Allah da onları sevindirdiğimiz için bize sevap yazıyordu bu akşam. Allah’ım bu ne güzel bir duyguydu. Atalarımızın yaşantısını derinlemesine incelediğimizde bunun gibi kim bilir daha ne incelikler bulabilecektik?     
Peki ya bizden sonraki nesillere bu inceliklere dair merakı aşılayabilecek miydik?  Bundan ne kadar zaman sonra hâlâ yaşatılabilen güzel geleneklerimizle dudaklarda oluşan hafif bir tebessümün nedeni olabilecektik?  
Geleneklerimizi yaşatmak, tarihimizi yaşatmaktı. Ve bizi ayakta tutan çınarın damarları, tarihin topraklarında yaşıyordu. 
Tarih unutulursa damarlar kesilir, yeni nesillere gelenek ve göreneklerimizi doğru anlatamazdık.  (Nar Çiçeği romanından.)