Bugün, 18 Nisan 2024 Perşembe

Nazmi KILIÇ


DÜŞÜNCELER

DÜŞÜNCELER


    İnsan bazen düşüncelerini kontrol etmek ister. “Acaba doğru düşünüyor muyum?” Diye kendine sorular sorar.     Çevreden telkin edilen görüşler isabetli mi, yoksa uydum kalabalığa diyerek mi düşünüyor, yaşıyorum? Bu gibi sorular, doğru düşündüklerine inandığımız maneviyat büyüklerinin davranışlarını incelemeye iter bizi. İsterseniz düşüncelerine değer verdiğimiz İslam büyüklerinin anlayışlarına şöyle bir göz atalım. Dikkatimizi çekecek farklı bakışlar bulacak, düşüncelerimizi düzeltecek değişik yorumlar görecek miyiz? 
    Tabiin'in büyüklerinden Fudayl bin İyad'ın çoğumuzun peşinde koştuğu tanınma, şöhret olma konusundaki düşüncelerini şöyle bir gözden geçirelim isterseniz.     Birçoğumuzun can attığı şöhret olma konusuna nasıl bakıyor bir görelim. Diyor ki: 
    -Meşhur olmaya heves etme! Zira herkesin tanıdığı biri olmak mutlaka lehine değildir! Nitekim hiç kimsenin tanımadığı biri olmak da mutlaka aleyhine olmadığı gibi.         Şunu unutma ki, Allah katında biliniyorsan kul katında bilinmeyişin kıymetini azaltmaz. Ama Allah katında değer verilmiyorsan kul katında şöhret olman da sana değer katmaz. Demek mühim olan, Allah katında tanınmak, Resulullah yanında itibar sahibi olmak.     İsterse kullardan hiç kimse seni tanımasın, tek kişi de seni bilmesin. 
    Ne dersiniz bu değerlendirmeye? Biz de kendimize böyle bakıyor, böyle yorumluyor muyuz hayatımızı? 
    Bir de Ahmed bin Hanbel Hazretleri'nin, hayattaki zorluk ve sıkıntıları karşılama ölçüsüne bakalım. Maruz kalınan sıkıntı ve musibetler hangi kuvvetle yenilirmiş, onun değerlendirmesinden dinleyelim. Abbasi halifelerinden Mutasım'ın Kuran'ın mahluk olduğu yolundaki iddialarına uygun fetva vermediği için vücudunda yaralar açılacak derecede dövülerek hapse atılmıştı.     Rutubetli hapishane bodrumundan çağrıldığı mahkemeye giderken halk yollara dökülmüştü. Yol kenarındaki bir hayranı, Ahmed bin Hanbel'in hapishanede bir hayli zayıfladığını görünce acıyarak: 
    -Eyvah! Dedi. Hocamız çok zayıflamış. Böylesine zayıf bir bedenle bu bela ve musibetlere nasıl karşı koyacak? Bu sözü duyan büyük imam şu cevabı verdi: 
    - Hayatta karşılaşılan sıkıntılara, zorluklara beden kuvvetiyle değil iman kuvvetiyle karşı konur. İman kuvvetli ise bedenin zayıf olması mazur getirmez. İman zayıfsa bedenin kuvvetli olması da dayanma gücü sağlamaz. Sen bedenini değil imanını kuvvetlendirmeye bak. Sıkıntılara ancak iman kuvvetiyle karşı konur, bunu hiç unutma.     Burada aklımıza hemen şu soru geliyor: 
    -İnsana dayanma gücü kazandıran bu iman nasıl bir iman? Neden oluşur acaba? Bunu da büyük sahabi İbn-i Mes'ud'dan dinleyelim isterseniz. İman nelerden oluşan bir bütündür, görelim. Diyor ki: 
    -İman, iki yarımdan oluşan bir bütündür. O bütünün yarısı sabır, öteki yarısı da şükürdür. Hayatta maruz kalınan olaylar da aynıdır. Ya sabrı gerektirir, ya da şükrü. Bir insanın imanı kuvvetli ise ikisini de kolayca karşılayabilir. Çünkü hem sabrı, hem de şükrü içine alan bir imana sahiptir! 
    Ne dersiniz? Biz de imanı böyle anlıyor, olayları ya sabırla ya da şükürle karşılamasını biliyor muyuz? Var mı hayata böyle bir imanla bakışımız? Yoksa uydum kalabalığa kabilinden düşünmeden mi yaşıyoruz? Bu yüzden mi varlık gelince şımarıyor, darlık gelince sıkılıp gerilime giriyoruz? Düşünmeye değer mi?