Bugün, 27 Nisan 2024 Cumartesi

Selim EROĞLU


EMANET TAKKE

EMANET TAKKE


 Pazartesi günü Konya'daydım. Ünlü romancımız Tarık Buğra'nın 30. ölüm yıl dönümü vesilesiyle gelmiştim. Benimle birlikte görevli iki öğrencim ve bir öğrencimin anne-babası vardı.
Mevlana Külliyesi'ni ziyaret ettik. Rehber öğretmen arkadaş, çok doyurucu bilgiler verdi. Müstefit olduk.
Akabinde Mevlana'nın hocası Şems-i Tebrizi'den bahsetti. Zamanın ahalisi Şems'i çekememiş. Kendisine, şehri terk etmesini söylemişler. Bir rivayete göre şehri terk etmiş. Diğer bir rivayete göre de öldürülüp bir kuyuya atılmış. Sevenleri, atıldığı kuyunun üzerine mezar yaptırmışlar. Etrafına da küçük bir cami inşa ettirmişler. Cami ve türbe aynı çatı altında. Adı ise Şems-i Tebrizi Camii ve Türbesi.
Anadolu Mektebi olarak ilkindiye yarım saat kala burayı ziyaret ettik.
Dışarıda oyalanıyorduk.  Birazdan toplanıp Alaattin Tepesi'ne geçecektik. Derken ilkindi ezanı okundu.  Abdestim de vardı.  Hayyeales salah nidasını duyunca namazımı kılmaya karar verdim. İçeriye girdim. İkinci safta boş olan bir yere iliştim. Yan taraftan birisi önüme aniden bir takke fırlattı. Öyle ki  çıkan sesten cemaat irkildi.  Şöyle bir baktım. Seksen yaşlarında, sarıklı, beyaz sakallı vakur bakışlı bir zat-ı muhterem.  Diğer namaz kılanlara baktım, istisnasız hepsi takkeli.  Anlayacağınız başında takkesi olmayan tek fani bendim. Utandım, mahcup oldum. Bana takke ikram eden zat kızmış mıydı, sevap mı kazanmak istemişti, pek kestiremedim.  Herhalde sevap kazanmak istemiştir diye hayra yordum.  Fakat yüz hatları biraz kızar gibiydi. Çünkü başında takkesi olmayan  tek kişi bendim. Takkeyi başıma taktım ve yönümü dönerek Hacı Emmi'ye vücut dilimle teşekkür ettim. Ciddi bakışları değişmedi.
Namaza durduk. Aklım hep takkede kaldı. Kafileye yetişmek için erken çıkmak istiyordum. Fakat kafamda bir emanet taşıyordum. Emaneti teslim etmeden ayrılamazdım. Etmesem, emanete ihanet etmiş , belki de kul hakkına girmiş olabilirdim.  Bir taraftan da sessize aldığım telefonum sinyal veriyordu. Belli ki acele etmemi istiyorlardı.  Geç kalıyor olabilirdim.
Doğrusu huşu ile namazımı kılamadım. Oysa bu camide ilk namazımdı. Böyle olsun istemezdim.  Namazın hakkını vermek isterdim. Kafamda emanet takke, kalbimde değişik duygular.
İmam, selam verince cemaatin neredeyse yarısı duayı beklemeden çıkıp gitti.  Acelem vardı, kafileye yetişmeliydim ama başımda emanet takke duruyordu. Emaneti sahibine teslim etmek, teşekkür etmek ve helalleşmek istiyordum.
Mecburen duayı bekledim. İmam Efendi el fatiha dedikten sonra ,  gönül rahatlığıyla, başımdaki emanet takkeyi güzelce katlayarak Hacı Emmi'ye uzattım. El temasımla da vücut dilimle teşekkür ettim.  Hiç konuşmadan elimi itti ve '' senin olsun, sok cebine''  anlamında başını salladı. Hiç konuşamadık. Geri vermek için daha fazla ısrarcı olmadım. Allah razı olsun deyip camiden dışarı çıktım.
Beni aldı bir düşünce.  Adam cemaati mi gözetliyordu?  Cebinde, kendi ihtiyacının dışında sürekli yedek takke mi taşıyordu?  Her namazda, benim gibi tedbirsiz gelenlere yedek takkesini veriyorsa bunun altından nasıl kalkıyordu?  Yoksa bütün bunları sevap kazanmak için mi yapıyordu? Burası Konya, burası Şems'in makamı, burada takkesiz namaz kılmak usulden değildir, ona göre tedbirli ol mu, demek istemişti? Bir türlü işin içinden çıkamadım.
Takke cebimde, Samsun'a geldim. Şimdilerde yine kafamda karışık düşünceler, takkenin hakkını vermeye çalışıyorum.
Hayat garipliklerle dolu.
Hacı Emmi ne düşünmüş olabilir acaba?