Bugün, 19 Nisan 2024 Cuma

Selim EROĞLU


FAKİRİN TÖNGELİ GÜNÜMEZ


Yazdığım ´´KİBRİTÇİ´´ yazısı üzerine gurbette bulunan bir okuyucum yazdığı yorumda başlıktaki atasözünü zikretmiş.

´´ Bu atasözünü, bizim Terme´nin dışında, hiçbir yerde duymadım hocam´´ diye de ilave etmiş. ´´Memlekete ait bir sözü, bir tabiri, bir atasözünü duyduğumuz zaman mest oluyoruz. Ne olursunuz unutulmaya yüz tutmuş kültürel değerlerimizi işlemeye devam edin´´ diye de şahsıma sorumluluk yüklemiş.

Ben de bunu şahsıma görev addetim.

Evet, yöremizde böyle bir atasözü var. Ne zamandır kullanılıyor, bilmiyoruz. Atalarımızdan miras kaldığına göre temeli yüzlerce, binlerce yıl öncesine dayanıyor demektir.


Töngel yöremize ait bir kış meyvesi. Başka yerlerde töngel ismine pek rastlayamazsınız. Bu tögel derseniz, size aval aval bakarlar. Töngel kelimesi baktığım sözlüklerde de yok. Oysa bizde o kadar yaygın ki bir coğrafi bölgeye bile ad olmuş: TÖNGELLİBEL.


Terme´de size birisi ´ben Töngellibel´de oturuyorum´ diyebilir.


Bu mahallede töngel çokça yetiştiğinden olsa gerek, böyle tesmiye edilmiş. Eğribel, Çamlıbel, Kazıkbeli? gibi.


Töngellibel ismi ilçemizin yerli ve milli tapusudur. Sahip çıkmamız gerekir.


Sözlüklerde günümek değil ama ´göynümek´ kelimesi geçiyor. İki anlam verilmiş. 1. Dertlenmek, üzülmek, içlenmek. 2. Ham meyvenin olgunlaşması.


Birinci anlamını hesaba katarsak göynümek kelimesinin gönülden geldiğini zannediyorum. Çünkü gönül insanın içindedir. İnsan sevdiğine gönül koyar. Zaman zaman gönüllenir. Yani dertlenir, üzülür, içlenir. Bunlar içle, yani gönülle alakalıdır.


Her meyvenin olgunlaşması farklı farklıdır. Kimisi içten, kimisi dıştan olgunlaşır. Bazısı bir günde , bazısı bir yılda olgunlaşır.


Töngelin olgunlaşması zaman alır ve içten, yani bir nevi gönülden olgunlaşır. Töngelin olgunlaşmasını beklemek her babayiğidin harcı değildir, sabır ister.


Çocukluğumda çok sayıda töngel ağacımız vardı. Çok da töngelimiz olurdu. Töngelin dalında değil, yerinde olgunlaşması makbuldür.


Töngelleri kasım- aralık aylarında toplar, usulüne uygun olarak depolar ve göynümesini beklerdik. Bekleyebilirsek tabi. Bu, uzun zaman alırdı. İki-üç ayı kapsardı. Çoğu zaman , karnımız acıktığından göynümesini bekleyemeden gozak gozak yer bitirirdik töngelleri.


İşte bu atasözünün mecazi anlamı sosyal bir gerçeği haykırıyor. Yokluk, yoksulluk, açlık, fakirlik? sabrı, beklemeyi ortadan kaldırıyor. Sosyal gerçekler insanlara tercih hakkı bırakmıyor. Aç insan bekleyemez. Acıktığı zaman , karnını doyurmak için hazırı yemek zorundadır. Göynümesini beklemek aç insanın yapabileceği bir şey değildir. Göynümeyi beklemek varlıklı insanların işidir. Acın koynunda somun durmaz. O somun illaki mideye inecektir.


Bugünkü nesle bunu anlatabilmek çok zor. Hani , diyorlar ya anlatılmaz, yaşanır diye. İşte tam öyle bir şey.


Rahmetli dedem,´´ biz seferberlikte(savaş yıllarında) mısırı kemsüğüyle birlikte öğütür, ekmek yapar yerdik. Çogu zaman onu da bulamazdık.´´ derdi de bize masal gibi gelirdi.


Bugünkü nesil ekmeği gulitenli mi yiyelim, gulitensiz mi yiyelim giye karar veremiyor. Canan Karatay,´ aman ha ekmek yemeyin´ diye bas bas bağırıyor. Seferberliktekiler duysa çıldırırdı.


Bir zamanlar kemsüklü-kemsüksüz ekmek; şimdilerde gulitenli-gulitensiz ekmek. İnanın Canan Karatay´ı çok dinledim ama gulitenin ne olduğunu anlayamadım.


Töngelin göynümesi ya da göynümemesi eskidenmiş. Şimdilerde zenginin de , fakirin de çok şükür töngeli göynüyor.


Bunu nereden anlıyoruz?


Bu atasözümüz artık pek bilinmiyor ve kullanılmıyor. Neredeyse unutulmaya yüz tutmuş.


Zamanın ne göstereceği pek belli olmaz.


Evet, artık herkezin töngeli göynüyor ama geçmişimizi de unutmamalıyız. Ne olur , ne olmaz.