Bugün, 24 Nisan 2024 Çarşamba

Zeki ORDU


GAYRİRESMİ OTOPARK HATIRASI

GAYRİRESMİ OTOPARK HATIRASI


Günlerden bir gün yolum Ankara’ya düşmüştü. Orada yaklaşık bir hafta kalacaktım. Bu zaman zarfında kendimce araştırmalar yapacak, daha sonra da bunları bir yere kaydedecektim.

Günlerden bir gün misafir olarak gittiğimiz bir yerde biraz uzun kalınca gece oldu. Muhabbetin koyuluğu, birbirimizi bir daha görüp görmeyeceğimizi bilmediğimizden vaktin geçmesini dikkate almadık.

Eve gitme zamanımız yaklaşınca, bizim nerede olduğumuzu bilen bir yakınımız giderken kendisini de götürmemizi istedi. Ben Ankara’yı iyi bilmediğim, hatta hiç bilmediğim için yanıma orada yaşayan kızımı alarak belirlenen yere vardık. Alacağımız kişinin çok az işi daha olduğunu öğrenince arabada beklemeye karar verdik.

Gittiğimiz yer Çankaya’ya bağlı bir yerdi. Zaten şehrin planı, mimarisi, ışıkları daha farklıydı. Ben ve kızım arabamızı bir kenara çekip beklemeye başladık. Bulunduğumuz yerde park halinde arabalar vardı.

Bu arada araba dedikse resmiyette aynı isimi taşıyordu. Yoksa orada park edilmiş arabalardan bir tanesini satın almak için, kendi arabamdan yedi sekiz tanesinin değeri kadar bir meblağı biriktirmemiz gerekiyor. Bizimkisi resmi kayıtlara göre arabaydı yani.

Zaten gündüz oralarda olsak arabamıza tarihi esere bakar gibi bakacaklarından eminim.

Biz bir yandan bekleye duralım, park ettiğimiz yerde bulunan diğer arabalardan bazıları orayı terk ediyor, yerine gideni aratmayacak benzerlikte yeni arabalar geliyordu. Her ne kadar “İmtiyazsız, sınıfsız bir toplum” isek de görünmeyen bir sınıf farkı vardı aramızda. İmtiyazı ayrı mevzu.

Aradan kısa bir zaman geçti. O da ne? Hiç de semt ile mütenasip olmayan bir araba daha yanaşmaz mı yanımıza. Hani yalnız kalmadığım için sevindim desem yalan olmaz. İçinden Altmışlı yaşlarda bir bey indi. Bize doğru yürüyüp; arabamızı biraz geriye çekmemizi istedi. Ben isteğini yerine getirince, önümdeki arabaya yanaştı. Ona da biraz geri çekmesini işaret etti. O taşıt da biraz önce beninim bulunduğum yere geldi ve ön tarafta geniş bir alan açılmış oldu.

Adam bu boşluğa arabasını, yani çevreye uygun olmayan arabasını park etti. Daha dışarı çıkmadan kızıma dönerek “Şimdi bu adam hem önümüzdeki arabanın şoförüne hem de bize bir elini göğsüne koyarak teşekkür edecek” dedim. Kızım nereden biliyorsun gibi yüzüme baktı ve babası olduğum için itiraz etmedi. İkimiz de neticeyi beklemeye koyulduk.

Benim gibi çevreye hiç uymayan araba sahibi arabasından indi ve önümüzdeki arabanın şoförünün ön yan camına yaklaştı ve bir elini göğsüne koyup, belini rükûa giden birisi kadar eğerek teşekkür ettiğini belirten bir harekette bulundu. Sokak lambaları altında da olsa yüzünde tebessüm vardı. Osmanlı İstanbul’u beyefendisi gibi bir tavrı vardı.

Ben kızıma dönüp “Şimdi de bize teşekkür edecek” dediğimde kızım bu sefer şaşırmadı. Yavaş adımlarla sokak lambalarıyla aydınlanmış yolu yürüyerek, yanımıza yaklaştı. Yine eğildi. Bir eli göğsü üzerinde ve çevreye göre farklı duran arabasına bir yer bulmanın memnuniyeti içinde bize teşekkür etti. Daha sonra da ortadan kayboldu.

Kızıma dönüp “Sebebini sorma. Bu bir Anadolu insanı. Yaşı itibariyle de daha bozulmamış. Sadece arabası değil, kendisi de buraya uymuyor ama yapabileceği bir şey yok. Cüzdanı altındaki arabaya yetiyor, vicdanı da çağlar öncesine ait. Biri maddi biri manevi bir kıymet. Bu vatandaşta bir şekilde bir araya gelmiş” dedim.

Biz “gönül” denilen mefhumu nasıl kaybettik bilmiyorum ama bazen varlığını bize hatırlatıyor. Ayrıca “Neleri kaybettiğinizi bir görün” demeye getiriyor. 

Sahi biz neleri kaybettik?