Bugün, 25 Nisan 2024 Perşembe

Yılmaz İMANLIK


GAZ LAMBASINDA ERİYEN ZAMANLAR


Bilir misin çocuğum?

Sen daha bahar kokulu tebessümlerini dünyaya serpiştirmemiştin o zamanlar?

Birbirimizi karşılıksız sevdiğimiz, bir parça ekmeği, bir yudum suyu bölüştüğümüz, komşumuz açken boğazımızdan bir lokma geçmediği nadide zamanlarımız vardı?


Akşamları gaz lambasının loş ışığı belki de günümüzün led ışıklı ampullerinden daha çok aydınlatıyordu içimizi.

Ruhumuzun en ücra köşelerinde bile hissederdik ışık huzmelerini. Önce sacayak üzerinde çekirge seslerine karışan suyun fokurdamasını dinlerdik. O ses günün bütün yorgunluğunu alırdı. Odun ateşinde demlenen çaylar bambaşka olurdu. Yanan odunların sesi cızırtılı bir plaktan yayılan eski zaman şarkıları gibi bizi mest ederdi.


Hani o zamanlar televizyon, bilgisayar gibi teknolojik aletler yoktu. Birbirimizle konuşup dertleşirdik. Herkes gününün nasıl geçtiğini anlatırdı. Bazı akşamlar büyüklerimizden masal anlatmalarını isterdik. O zamanlar büyüklerimiz mutlaka masal bilirlerdi. Masal onlar için kuşaklarında taşıdıkları bayram şekeri gibi bir şeydi.


Teknolojinin acımasız kolları henüz sarmamıştı dünyamızı, esir almamıştı hayallerimizi, geleceğimizi?


O zamanlar yoksulluk vardı, kıtlık vardı ama bugünkü kadar açgözlü değildik. Küçük şeylerle büyük mutluluklar
yakalamasını biliyorduk. Hani sen balık tutmayı bilmezsen bütün göl balık dolu olsa ne fayda değil mi çocuğum?


Sen hiç taş değirmende öğütülmüş taze un kokusunu duymadın. Unu bir kere koklamış olsaydın hiçbir baharın çiçeklerinin o kadar güzel kokmadığını bilirdin.


Taş değirmenler mutlaka ceviz ağaçlarının yanında olurdu. Ceviz yapraklarının kokusu? Ah o koku! Nasıl çekerdik ciğerlerimize.

Taş değirmenin mısırları öğütürken çıkardığı ses hâlâ kulaklarımızda. O sesler keşfedilmemiş bir müzik aletinden yayılan melodilerdi sanki. Ve ceviz ağaçlarının altında beklerken yapılan sohbetler? Bazen akşam ederdik bir bardak demli çayın verdiği sıcaklıkla. İşte asıl dost muhabbetleri orada yapılırdı. O zamanlar etrafımızda fazla insan yoktu ama biz bize yetiyorduk, şimdi her yanımız insan dolu ama biz daha çok yalnızız?

Günümüzdeki bayramlara bakıp bayram yaşıyorum sanma çocuğum. Sen hiç bayram gecesi ayakkabıları koynunda saklayarak uyudun mu? Hiç ayakkabılarımı çalacaklar korkusu yaşadın mı? Bayram yerine herkesten önce koşup gittin mi?


O zamanki bayram şekerleri bir başka olurdu. Onların kokusunu hiç unutmadık. Günümüzdeki şekerlerde mi koku yok ben mi koku alamıyorum bilmiyorum. Yoksa insanın bile çakmasının çıktığı bu dönemde şekerlerin kokusuz olmasına şaşmamalı değil mi?


Bizim için aslında şekerden ziyade şeker kağıtları önemliydi. Çeşit çeşit kağıtlar biriktirirdik. Sonra onları
Kur´anlarımızın, kitaplarımızın arasına koyardık. Yani senin bildiğin kitap ayracı yapardık. Ama bugünküler gibi reklam kokmazdı onlar?


Velhasıl çocuğum,


Işıklar ne kadar arttıysa biz karanlığa daha çok gömüldük. Çevremizde insanlar ne kadar çoğaldıysa biz kendimizi daha yalnız hissettik. Bizi biz yapan değerlerimiz vardı. Onları kaybettiğimiz gün aslında birçok şeyimizi kaybettik. Ve suçu, suçluyu hep başka yerlerde aradık?