Bugün, 27 Nisan 2024 Cumartesi

B.Rahmi ÖZEN


GAZZELİ KADINLAR ve ATEŞ İÇİNDE SAVAŞ

GAZZELİ KADINLAR ve ATEŞ İÇİNDE SAVAŞ


Ağıtlar dudaklarında kanıyor, gözü yaşlı, bağrı taşlı Gazeli kadınların. Irmaklar, çığlığında kuruyor, çocukları kurşunlanan Gazzeli anaların.
Onlar ki; saçlarının her bir telinde zincir zincir bin umut yüklüyken dünüleyin…
Onlar ki; toprağından koparılmak istenen gülfidanı oldular bugün…

Filistin ki, bir zamanlar erkeklerine Süleyman, kadınlarına Belkıs denirdi, bu ülkenin.
Ve insan gibi sevince; erkeklerine Mecnun, kadınlarına Leyla denirdi…

Onlar ki, aşka sadık, maşuka yanık bütün kadınlığın kendini seyre daldığı içine yanardağ resmedilen aynadır şimdi...
Ve onlar ki, her dem sadece toprağın üstü için değil, Rabbi için seven yürekti…
Onlar ki; âlemde Âdem`i değil, her dem Âdem`de âlemler olduğunun bilincindeydi.
Onlar ki; Yaradan`ın penceresinden bakıp; gördüğü her şeyi, Yaratan için seven yürekti.

Şimdi; onlar konuşmaktan aciz, âlemse onları duymaktan…
Şimdi onlar, füzelerin, tankların, yoksulluğun ve vahşetin kol gezdiği bir ülkede ersiz, erkeksiz, çoluk çocuksuz ve çaresiz…
Onların ülkesinde ateşin göklere ağdığı bu demde ipek dokunuşu bir sesle tane tane konuşuyor, bir Gazzeli kadın. Onun avazı, dağı taşı, ummanı arkasından sürükleyen bir ses ki; tılsımı dünyayı kaplıyor. Ilıklığı; yarayı iyileştiren merhem kadar enfes...

Muhatabının içini görür gibi mutlak bir tevazu makamındaki duruşuyla yıldız pınarlarını yere indiren bir esrar taşıyor Filistinli o kadının yüzü ve yüreği. Sözlerinin her harfi içtenlik rahiyası sunuyor. Onu dinlemek, bir dünyadan bir dünyaya bulutlar üstünde seyahat gibi... Nil, durup dinliyor kadının yüreğini… Fırat ve Dicle de… Yer dinliyor, gök dinliyor Filistinli kadını. Dertli dolap susmuş, kuşlar susmuş; otlar, gelincikler, laleler, yaseminler, leylaklar, kokulu kekikler dinliyor. Ağaçlar, kulak kesilip dinliyor Gazzeli kadının yüreğini. Bülbül kulak kesilip dinliyor, yanık avazını.
Sonra kaybolan çocuğunu aramak için koşuyor Filistinli kadın. Durmadan koşuyor. Ölü çocuklarının başında ağlayan kadınların arasına karışıyor. Ve soluk soluğa göğüs tahtası patlayacak kadar kabarıyor. Bağrında köz köz acılar, yanağında inci mercan ter, dudağında kıpkırmızı kan…

Çocuğunun ölüsünü bulunca; kadının uçuklu dudakları, ölü çocuğunun bedeninin soğuk yüzüne yapışıyor. Hiçbir acı, oğlunun yüzünü öperken duyduğu acıya benzemiyor. Yanık bağrı, şahin yuvası gibi şerha şerha delik deşik oluyor, kadının. Yangınına, delik deşikliğine merhem arıyor, kadın. Lakin ah! Elindeki merhemini sürmüyor yüreği nasırlı insanoğlu. Medet arıyor, imdat bekliyor başka kadınların çocukları ölmesin diye… Lakin ah!!!
`Benim yaramı ancak gönül gülü onarır!` diye sesleniyor, kadın.

Bu topraklarda yarım asırdır ağlatmayıp ağlamasını öğretmişler, ona hep. Almayıp vermesini, gönül gülü olmayı ve paylaşmayı öğretmişler…
Sevginin kaybından bu yana koca ummanlar; yürekçiğinin içinde çalkalanıyor kadının.

Diken içinde gül ve reyhandır kadının yüreği. Çöl içinde vahasını, karanlıklar içinde mah`ını arıyor. Medet gelmeyince, avuçlarını açıp dualara sarılıyor;
`Sen dilersen hay Rabbim, geri gelir yine sevgi ve kardeşlik!` diyor. `Hani dilemiştin de cansız balçıktan Âdem`i yaratmıştın? Dilemiştin de babasız doğmuştu İsa Aleyhisselam? Dilemiştin; Musa`nın bir asa darbesiyle patır patır yarılmıştı, koca derya? Dilemiştin; kayalar yarılmış; altın sarısı bir deve çıkmıştı, Salih kuluna? Dilemiştin; Süleyman nebinin bir sözüyle yeller tıp diye durmuştu? Yine dile Rabbim; geri dönsün sevgi ve barış; hay ulu Rabbim! Sen dileyince nar, nur olur! Dile, ne olur! Dile, ne olur!`

Gönlünden geçen kelimelerin ağırlığına dili dayanamıyor, kadının.
Ana toprağına dertler yanıyor. Toprağından öte Rabb`ine… Bir rüyanın pençesinde serkeş develerin çöle doğru akışı gibi yüreği yakan ateşin yalımlarına doğru akıyor, kadının.

Yüzünde, kaybolan eşinin ve çocuklarının hasreti ışıldıyor. Bir melek, gökten inmiş; dua deminde sanki. Kirpiklerinin arasından süzülen inci değerindeki yaşlara dur dese de, durduramıyor. Kızıl yalımlar, zümrüt yeşili bir ormanı, savrula savrula yakıyor. Gecenin karanlığında Zühre yıldızını yere indirmek için gizli gizli ve sessiz sesiz ağlıyor Filistinli kadın. Çocuğunun acısı bir yana sevgi ve barışın, hatta insanlığın yokluğu çıldırtıyor kadını.
Kulağında kırbaç gibi patlayan sesiyle deli bir rüzgâr uğulduyor kadının:

`Evrende unutulmayacak bir öykü yoktur!` diyor, kadına. `Sizin öykünüz ki ve sizin aşkınız ki; içine kan kızıllığında gözyaşının yakıcılığı karışmıştır. Asla unutulmayacaktır.` diyor. Bunları derken; tüm rüzgârlar duruyor ve harabattan patlayan acıya kesmiş dünyada Filistinli kadını dinliyor. Kadının özlemi, lime lime kavuruyor, kum zerreciklerini, lotus çiçeklerini[1]…
`Ve bedeli mazlumun kanlı gözyaşlarıyla ödenmiş öyküleri her dem hatırlar zaman,` diye nakşediyor mermerlerin nabzına, bir ince duygulu meltem… `Mermerler ki, toprakların altında kalsalar bile.` deyip kesiyor kadın sözünü.