Bugün, 26 Nisan 2024 Cuma

Seyfi GÜNAÇTI


Geçmişe özlem

Geçmişe özlem


Belli yaşa gelen insan geçmişi yâd eder. Bazen özlemle bazen hüzünle yâd eder. Anılarda hüzün olsa da tatlı bir huzur da vardır. Sırtımda taflan sepeti, taflanı Şalpazarı’nda satıp 3-5 kuruş kazanmak için çocuk yaşımda iki buçuk saat yol yürüdüğümü hatırlayınca ne hissetmeliyim? Hüzün mü; çalışarak, mücadele ederek hayata tutunmanın gururu mu?

Sizi çok da hüzünlendirmeden geçmişe kısa bir yolculuk yapalım.

Geçmiş zamanda bir kış mevsimi. Oturma odasında bir soba. Odun ya da kömür sobası, fark etmez. İkisi de ısınmak, odayı ısıtmak için değil mi?

Elbette.

Fakat sobanın işlevleri sadece bu değil. Onun başka görevleri de var.

Üzerine bir ibrik koyarsınız. “Koyardınız” demek daha doğru olur. Şimdi artık ne sobamız var ne de soba üzerinde ibrik ısıtma imkânı. Biz yine sobalı günlerimize dönelim.

Soba odayı ısıtırken bir yandan ibrikteki su da ısınır. Bulaşık yıkamak, yemek pişirirken tencereye koymak, gerektiğinde çay demlemek için sıcak su hazırdır. Çayı demledikten sonra da sobanın üstüne koyar, sıcaklığını korumasını sağlarsınız.

Bitti mi sobanın işlevleri? Hayır.

Soğuk günlerde sobanın üstünde kavrulan kestanenin tadı bir başka olur. Yemekten bir süre önce tencereyi sobanın üstüne koyar, başka masraf yapmadan yemeği de ısıtmış olursunuz.

Eğer odanızı ısıtan kuzine ise daha da iyisiniz demektir. Kuzine, ev hanımlarının en büyük yardımcısıdır. Kuzinenin işlevleri de saymakla bitmez.

Kalorifer kolaylıktır. Kalorifer temizliktir. Lâkin yukarıda saydığımız işlevlerden hiç birini yerine getiremez. Haksızlık etmeyelim kalorifer odamızı ısıtır. Odayı ısıtır ama yine de soba kadar içimizi ısıtamaz.

Odamızı ısıttıysak misafir odamıza geçelim izninizle. O, ne kadar bizim ise de adı üstünde ‘misafirin odası’dır.

Eskiden her evin bir misafir odası olurdu. Şimdi de vardır ama herhalde eski kuralları biraz yumuşamıştır. Çünkü bu odalara misafirden başkası giremezdi. Hele de çocuklar…

Odayı dağıtır, düzenini bozar, sehpanın örtülerini kaydırır endişesi vardı. Evin sahibi hanımların tembihini duyar gibiyim; “Aman! Çocuklara dikkat edin. Misafir odasına dalmasınlar!” Bundan emin olabilmek için misafir odasını kilitli tutan hanımlar bile vardı.

Ne günlerdi o günler. Biz bile bir dönem evin en geniş odasını misafire ayırmış, onun yarısı kadar bir mekânda oturmak zorunda kalmıştık. O evde kaldığımız dört yıl boyunca acaba misafir odasında kaç defa oturabilmiştik? İki elin parmağını geçer mi?

Misafir odasında ev halkı otursa kışın soba yakmak gerekir. Soba yanarsa koltuklar kirlenir, tüller sararır. Misafir odasında oturmamanın sebeplerinden biri de bu idi. Misafir odası sizindir. Kiradaysanız, kirasını siz ödersiniz. Ama o odayı siz kullanamazsınız. Orası misafire aittir.

Burada ev hanımlarının titizliğine, bu konudaki anlayışına değinirken halkımızın misafirine verdiği değeri de vurgulamak zorundayız. Böyle bir misafir anlayışı hangi millette vardır?

Bir zamanlar küçük el süpürgelerimiz vardı. Çarşamba işi, ottan yapılmış süpürgeleri kast etmiyorum. Hanımlar ona ‘Gırgır’ derlerdi. Uzun sapı, tekerlekli çöp deposu olan, altında makarası, hareketli, eğilmeden odanın tozunu alabildiğiniz mekanik süpürgeler. Piyasaya ilk çıkanlardan biri de Hoover firmasına aitti. Reklâmı halâ kulaklarımdadır: “Huver Huver Huver/ Süpürür döver/ Huver”

Eskiden diziler bile bir başkaydı. Dallas, Şahin Tepesi, Doludizgin (Bonanza) ve Küçük Ev’de, bugünkü dizilerde olduğu gibi kötüler vardı. Fakat karakterlerin hepsi bugünkü gibi dejenere olmuş değildi. Kötülerle mücadele eden, sahneye çıktığında bize derin bir nefes aldıran, bizi mutlu eden iyiler de hep vardı. Tecrübeli sinema oyuncusu Şener Şen, “Eskiden dizilerde aile olmak öğretilirdi. Şimdiki diziler aile yıkmayı öğretiyor” demiş. İsabetli bir tespit yapmış. Lâkin bu tespit bizi sevindirmiyor.

Geçmişe dönüp kısa bir gezinti yaptık. Bazen o günleri hatırlamak insana iyi geliyor.