Bugün, 28 Mart 2024 Perşembe

Selim EROĞLU


GİTMEDİĞİN YER SENİN DEĞİLDİR-3


Simenit gölünde yaklaşık bir saat süren tekne seyahatinden sonra nihayet karaya ayak basıyoruz. Kara dediysem, toprak değil, sadece kumsal.

Buradan başlayarak yaklaşık 7 km yürüyeceğiz. Çoban yatağına kadar ikişerli üçerli gruplar halinde yola revan oluyoruz. Denizi takip ederek menzile varmaya çalışıyoruz. Bir tarafımızda engin Karadeniz´in azgın dalgaları, diğer tarafımızda yer yer bataklık, sazaklık, nadir de olsa balıkçı kulübeleri.

Denizle kara arasında araç trafiğine müsait bir yol yok. Bazı zamanlarda traktörlerin gidebildiğini anlıyoruz teker izlerinden.


Alabildiğine uzanan bir sahil, deniz ve kumsal. Ekseriya, kimsenin haberi yok. Bilhassa yöre insanın da haberi yok.


Yol boyunca Ali Rıza Abi´yle (Ultav) sohbet ediyoruz. Kendisini ilk defa bu kadar yakından tanıyorum. Eski bir öğretmen, müteahhit, av meraklısı ve tam bir Terme sevdalısı. İlerlemiş yaşına rağmen on sekizlik delikanlı gibi.
Yürürken bana mısın demiyor. Av meraklısı. Çoğumuzun yabancı olduğu bölgeyi karış karış biliyor.


Zaman zaman av esnasında gölde boğulmalar olmuş. Boğulmaları, acemiliğe ve suyun dilinden anlamamaya bağlıyor. ?Suyun şakası olmaz, dikine gidersen affetmez? diyor.


Ali Rıza Abi hayali konuşmuyor. Elinde tam teşekküllü bölge haritası var. Harita üzerinden çok ayrıntılı bilgiler veriyor. Adeta nokta atışı yapıyor. Bir an kaybolmuş gibi olsak da harita üzerinde yerimizi tayin ederek rahatlıyoruz.


Dünyanın ikinci büyük kavaklığı bu bölgede. Dünyada bu alanda ikinciliğimiz bile var ama farkında değiliz. Kavak demek bataklığa medeniyetin gelmesi demek. Kavak bizde yetişiyor, Mersin´de işleniyor. Şimdilerde öyle mi bilmiyorum. Sadece kavakçılığa dayalı sanayi kurulsa Terme ihya olur.


Nihayetinde 7 km´lik sahil yolunu bitirerek ormanlık alana giriyoruz. Hemen hemen deniz seviyesinde yerler. Muhtemelen kışın su altında kalıyordur. Bir nevi subasar ormanları diyebiliriz. Çalı çırpıdan, dikenden ağaçların arası gözükmüyor. Tam bir tabii yaşam alanı. Balta girmemiş bakir saha. Her türlü orman canlısının yaşayabileceği yerler. Kuş sesleri arasından ilerliyoruz.


Yer yer yılkı atlarıyla, kömüşlerle, sığırlarla karşılaşıyoruz. Sulak olması hasebiyle mandacılığın geliştirilebileceği ender yerlerden biri. Aramakla bulunmaz. Fert fert değil de bir kooperatif kanalıyla mandacılıkta bırakın Türkiye´yi, dünyada söz sahibi olabiliriz. Eğer önlem alınmazsa kömüşler nesli tükenen canlılar arasına girebilir. Yeni nesil ancak belgesellerde görebilir. Mandacılığı Bafra ihya etmiş, Terme neden yapamasın? El atılırsa pek âlâ başarılı olur.


Nihayet Çobanyatağı piknik alanına vasıl oluyoruz. Tam öğle üzeri olduğundan bayağı acıkmışız. Temiz hava, bol oksijen ve spor, insanı hem acıktırıyor hem de iştahını artırıyor. İlçe merkezinden sipariş verdiğimiz nefis ve leziz pidelerle ayranlarımız geliyor.


Bu ne büyük bir nimet. Yakın zamana kadar gitme bile gidemediğimiz Çobanyatağı´na bir telefonla servis yapılabiliyor.


Hoş sohbet bir şekilde evlerden gelen nevalelerle takviyeli, pideli, ayranlı öğle yemeğimizi yiyoruz.


Buralara İsa Başkan zamanında tuvalet, duş yeri, mescit, oturma yerleri gibi sosyal amaçlı yatırımlar yapılmış. Şimdilerde ilçe belediyesi daha da geliştirmiş. Mihmandarımız İsa Başkan da bunu teyit ediyor.


Lakin sular akmıyor. Taharet yapacak, abdest alacak su yok. Susuzluk bir hayli moralimizi bozuyor. Her taraf su ama tuzlu su, tatlı su yok.


İsa Başkan notunu aldı. İlgileneceğini, sorunu dehal ve behemehâl çözeceğini söyledi. Şimdilerde çözüldü mü bilmiyorum.


Yemeğimizi yedikten sonra namazlarımızı kazaya bırakmamak için saat üç gibi Çobanyatağı´ndan ayrılıyoruz.


Haftaya ´´sülün üretme çiftliği´´


Sağlıcakla kalın.