Bugün, 25 Nisan 2024 Perşembe

Zeki ORDU


HER KAVUŞMADA BİR AYRILIK HİKAYESİ VARDIR

HER KAVUŞMADA BİR AYRILIK HİKAYESİ VARDIR


Yılların insana kazandırdıkları ile insandan götürdükleri arasındaki bir mukaysenin sonucunu kim beğenir? Her şeye rağmen yaşadığı hayatı beğenip lügatında “keşke”lerin olmadığı kaç kişi var? Her şeyin arzu etttiği gibi geçen insanlar bile “Hey gidi günler hey!” demiyor mu? Bu hayıf niye?

Yolumuz gurbete düştü. Aslına bakarsanınz gurbetten gurbete düştü. Karadeniz`den kalkıp Akdeniz`e doğru yapılan sefer yeni yerler görmek için değildi. Yeni toprakları yurt edinmek için hiç değildi. Atalarımızın bize bırakmış olduğu vatan üzerinde, rızık kovalayan insanların doğduğu topraklardan kopup doyduğu topraklarda ikamet etmesi gayaet normaldi. Her ne kadar bu “doyma” işini bir sisteme oturtan oturtan kişiler varsa da işin tabii akışı hayata yön veriyordu.

Sözü fazla uzatmadan konumuza dönelim. Aradan 30 sene geçmesine rağmen bu arada hiç görüşmemiş dostlar ile Finike`de buluştuk. Tıpkı Tirebolu`da olduğu gibi üç kişi koyu bir sohbete tutuşurken bu sefer konunun ağırlığı geçmişten yana idi. Halbuki seneler önce birbirimizle gelecekten konuşuyorduk.

Dakikalar dakikalları, saatler saatleri kovaladı. Gün bitti şehir hatta ülke kendini gecenin kollarında bulurken; biz üç arkadaş hala kendi geçmişimiz üzerinde konuşuyorduk. İşin tuhaf yanı üçümüzün de yıllar önce bir arada kaldığımız zamanki yaşımıza yakın çocukları olmuştu. Biz ise hala o günlereden bahsediyorduk. Çünkü o günlerin belli bir kısmını beraber yaşamıştık. Artık gelecekten konuşma sırası çocuklarımızda idi.

Gecenin geç vakitlerine kadar sohbet ettik. Her şey gibi gecenin de bir sınırı vardı. Ve üç arkadaş bu sefer ayrı ayrı odalarda sabahladık. Yeni bir güne başlarken başladığımız o günün ayrılık günü olduğunu biliyorduk ama dile getirmiyorduk.
Yeni bir gün yeni bir hasretin başlaması demekti. Olsun şimdi biz bir aradaydık ya o bize yetiyordu. Gerekli insani ihtiyaçlarımızı karşıladıktan sonra mekanı terk ettik. Üç arkadaştan ev sahibi olanı bizi kendi çalıştığı yere götürürken kısa bilgiler veriyordu. Biz dinlemiyorduk bile. Ancak zaman geçtikçe duruma alışmıyor da değidik.

Yeni bir gün daha başlamıştı üçümüz için. Artık Finike sokaklarında şaşkın gözlerle dolaşıyorduk. Daha doğrusu üç kişiden ikisi şaşkındı. Diğerimiz için orası hayatının bir parçasıydı.
Kah orada yaşayan arkadaşımıza sorular soruyor, kah fotoğraf çekiyor, kah derin derin düşünüyorduk. Zihnimizden “Nerden nereye” sorusu sorusu geçiyordu. Tabii zaman da geçiyordu…

Nihayet dönme vaktinin yaklaştığını hissetmeye başladık. Bizi bekleyenler vardı. Bizim geçmişimiz gibi bekleyenlerin geleceği vardı. Yolumuzu gözleyenler ve özleyenler vardı. Bu yeni bir seferin başlangıcı demekti. Her ne kadar geri döndüğümüzde bizi bekleyenler varsa; ayrılacağımız kimseler de vardı. Hayat böyle bir şeydi bazen. Her güzellik bir arada olmuyordu. Bir şeylere kavuşmak için bir şeyleri terk etmek gerekiyordu. Tıpkı hayatın kendisini olduğu gibi…
Vakit geldi. Otübüs terminali denilen yer ilginç şeylere sahne oluyordu. Yolunu gözlediklerine kavuşanların kavuşma sevinci ile ayrılığı ifade eden el sallamalar aynı anda oluyordu. Daha dün biz de kavuşanlar sınıfından idik. Ne kadar da mutluyduk. Artık el sallama zamanı gelmişti ve biz üç kişi olarak yaşadığımız bir tam günün ardından bir eksikle geri dönüyorduk. Matematik bunu üç eksi bir olarak ifade ediyordu. Geriye bir sayı bırakıyordu yani. Bize hiç de öyle gelmiyordu. Kısaca hayatın içinde üç eksi bir eşittir sıfır oluyordu sanki…

Ayrılıklar ve kavuşmalar. Hayat değirmeninin en bariz kurallarından.
Yani: Her kavuşma da bir ayrılık hikaseysi taşıyordu…