Bugün, 19 Nisan 2024 Cuma

Zeki ORDU


HUZURUN SESİ

HUZURUN SESİ


    İnsan sosyal bir varlıktır. Yanımızda, yakınımızda birilerinin olmasını isteriz.          
    Derdimizi dökecek, dertlerini dinlediğimiz dost ararız bazen. 
    Bezen de tamamen bir arada olmak istemenin ötesinde olmayan sohbetler olur. Oturur iki kelam laf edip ayrılırsınız. 
    Şayet aranızda çözüme kavuşacak bir konu varsa sohbetler akılla; sadece sohbet etmek maksadıyla bir aradaysanız, sohbetleriniz gönülle olur.
    Biri muhakeme, biri musabedir.
Yani akıl merkezli veya gönül esaslı sohbet.
    Siz sohbetinizi bir çay bahçesinde ve gündüz yapıyorsanız; harici olarak gördükleriniz, duyduklarınız sohbetinize dâhil olur. Bir satıcının bağırması, insanların bir yerlere kararlı ve kararsız yürümeleri, rüzgârın esişi, bir kedinin miyavlaması…
    Bütün bu saikler dikkatinizi bir araya toplamakta size güçlük çıkarabilir.
    Bu konuşma teke tek olduğunuzda geceye veya gündüze göre farklı ruh halinde geçebilir. Dışarıdan ne kadar az müdahale olursa, muhatabınızla hemhal olmanız o kadar fazla olur.
    Peki, sohbet esnasında muhatabınızın ses tonu sizi ilgilendirir mi? Böyle bir soruya muhatap kalmadığınız müddetçe ilgilendirmez.     Çünkü sohbete bulunan kişi ve kişilerin sesi sizi niçin ilgilendirsin. Sesin ne önemi var diyebilirsiniz.
    Peki ya bir telefon konuşmasında ne hissedersiniz?
    Son zamanlardaki görüntülü konuşma teknikleri hariç genelde ses ile anlaşılır. Birbirinizi göremezsiniz ama dediklerini dinlersiniz. Dinlersiniz dinlemesine de kelimeleri size ulaştıran bir ses vardır ve her telefon konuşmasında bu ses öne çıkar. 
    Yan yana olmamanıza rağmen kolay kolay birbirinizin sözünü kesmezsiniz. Mademki biriniz diğerini aramış; öncelikli olarak bu konuşmayı zaten istemişsiniz demektir. Burada kelimelerin ne  ehemmiyeti var.
    Eğer duyduğunuz ses size huzur veriyorsa, ne denildiği çok da mühim değildir. Hatta ne anlatırsa anlatsın, saatlerce dinlemek istediğiniz kişiler olabilir. Mademki dostunuz, zaten sizin için kötü bir şey söylemeyecektir.
    Bence telefondaki konuşmanın en efsunlu yeri; biri konuşmasını bitirdiğinde cevap vermek için arada kalan üç-beş saniye.  İşte o duraklama anı çok şey ifade eder. Şairin dediği gibi “Bir dilsiz konuşma”dır o an. Susan, gelecek cevabı bekler.  Cevap verecek olan, ne diyeceğini düşünür. O üç-beş saniyenin ötesinde bir şeydir. Vuslata verilen aradır.  Belki bir gönül molasıdır.  
    İster ara, ister mola deyin. Bence en uzun zamandır o andır. Vuslata gidecek yolda bir anlık duraklama. Ve kalınan yerden başlayan sohbet…
    Mevzu, halledilecek bir şey değilse, samimiyet ön plandadır. Samimiyet, maddi şeylerin dışında bir şeydir. Samimiyetin kaynağı sevgidir.
    Konuşurken huzur bulduğunuz kimselerle susulan zaman çok uzundur. O ara, huzura sokulan hançerdir.
    Yahya Kemal; “En uzun gecelerde Mecnun bitirir nutkunu Leyla söyler” derken; kısa bir ayrılığa bile tahammül edilmeden, mütemadiyen bir sohbetin devam ettiğini dile getirir.
    Biz ahizenin ucundaki sese gelelim. Muhit yok, eşya yok, eşkâl yok; ses var!
Belki de kelimelerden çok o “ses” kişileri buluşturan. Haa, ses de olmasa ne olur? “Gönülden gönle, yol gizli gizli” demiş başka bir usta.
    Siz siz olun, gönlünüzün de sesinizin de kıymetini bilin.  Sonra ister sesli konuşun, ister sessiz. Tercih sizin. 
    Ne yani; sessizlik, sensizlik mi demek…