Bugün, 26 Nisan 2024 Cuma

Seyfi GÜNAÇTI


İKİ İSİM BİR ADAM


Onu çok iyi tanıyorsunuz. Sohbete katılanların tamamı da iyi biliyor. Başka bir açıklama yapmadan ?Necip yine güzel yazmış? deseniz oradakiler, ?Bu Necip de kim?? dercesine yüzünüze bakarlar. ?Yeni bir yazar mı çıktı? İyi de biz niye duymadık? diye düşünürler.

Öyle yapmadınız ve bu sefer ikinci adını kullanarak cümlenizi kurdunuz:

-Fazıl bir konferans için haftaya Terme´ye geliyormuş.


-Fazıl mı? O da kim?


Kimsede jeton düşmedi. Çarkıfelek proğramındaki basit deyimi çözemeyen yarışmacılar gibi kimse adı geçen kişiyi tahmin edemedi. Siz içinizden, ?Bu, Fazıl Say olmasın!? diyeceksiniz ama konuşmanın geçtiği yıllarda Fazıl Say henüz ?Birileri yüzünden bu ülkeyi terk edeceğim? çıkışını yapmamıştı.


Kişiler ancak anıldıkları, tanındıkları isimlerle bilinebilir. İsimlerden sadece birini söyleyip, diğerini zikretmediğinizde bilinemezler. Birisi ´Ömer´ dese, bu isim tek başına bir anlam ifade etmez. Onun yanına ´Seyfettin´i de eklemelisiniz ki kimden bahsedildiği anlaşılabilsin. Lâkin dini konular konuşuluyorsa, İslâm tarihinden söz ediliyorsa o zaman sorun çözülür ve muhatabınız, ´Ömer´den maksadın Hz. Ömer olduğunu anlar.


Nasıl ki; Ömer Seyfettin, Namık Kemal, Tevfik Fikret, Muallim Naci tam isimleriyle tanınıyorsa benim için öğrenciler de öyledir. Bir öğretmen arkadaş, ?Geçen gün meydanda Ayşe´yi gördüm? dese, ben hemen sorarım;


?Hangi Ayşe??


Öğretmen arkadaşın, ?Seyfi Hocam, bildiğim kadarıyla sen öğrencileri isimleriyle tanırsın? demesi yeterli olmaz. Çünkü benim aynı isimde pek çok öğrencim vardır. Ben öğrencilerin çoğunun adını bilirim ama sadece ilk adı söylenirse şifre eksik kalır, siteye girilmesi zor olur. Şifrenin çözülmesi için soyadını da söyleyeceksin. ?Ayşe Şeker? diyeceksin, yahut ?Ayşe Aktaş? diye tamamlayacaksın ki hafıza onu gözünün önüne getirsin.

* * *
Bilgi Pınarı Dergisi´nin 10.sayısında Ahmet Sezgin´in ´Üstad Necip Fazıl ve Terme Konferansı´ başlıklı yazısını okurken bunları düşündüm. Ahmet Sezgin kardeşimiz güzel bir hizmet yapmış, o yazı ile bizleri bir kere daha Üstad ile buluşturmuş.

Yukarıdaki tespitime ek olarak şunu söylemeliyim ki, üstadın soyadını söylemeden sadece ´Necip Fazıl´ demek onu tanımaya yetiyor. Ayrıca ´Kısakürek´ soyadını zikretmeniz gerekmiyor.


Necip Fazıl´ın, yıllar önce Terme Konferansı´ndaki tespitleri bugün için de geçerli görünüyor. Biz onu daha çok şiirleri ile tanıyoruz ama o aynı zamanda bir fikir ve dava adamı. Zaten fikirleri ve yazıları sebebiyle hayli soruşturma geçirmiş.


Şiir yazmak bir sanattır, yetenek işidir ve bir Allah vergisidir. Biz malûmu ilân ediyoruz ama yine de söylemeden geçemeyeceğim, o yetenek Necip Fazıl da fazlasıyla mevcuttur. Sadece şu dizelere bakmak bile bunu anlamaya yeter:


?Tam otuz yıl saatim işlemiş, ben durmuşum;


Gökyüzünden habersiz, uçurtma uçurmuşum??


Ya, şiirin şaheseri Sakarya Türküsü?


?İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya;


Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.

. . . . .

Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya;


Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk Sakarya!..?

Artık ayağa kalkma vaktidir?