Bugün, 25 Nisan 2024 Perşembe

Mehmet TÜRKAN


İLK DERS

İLK DERS


Bu haftanın Öğretmenler Gününe denk gelmesine izafeten daha önce bir öğretmen hatırası olarak yazdığım ve yayınladığım yazımımı sizlerle tekrar paylaşıyorum.

Aylardan eylül sonu. Baharın yerini ılık hazan rüzgârları almaya başlamış. Eylül ayı hüzün, melankoli ayı. Yaprakların çiçeklerin boynunu büküp hüzünlü hazana yol aldığı ay.

Fakülteyi yeni bitirmiş bir edebiyat öğretmeni adayıyım. Beni bu hayatta neler bekliyor bilmiyor sadece hayaller kurabiliyordum. Daha üç ay öncesinde sınavlara girin öğrencilik heyecanını yaşayan biriydim. Öğretmenlik yeterlilik sınavına girdim iyi dereceyle kazandım ve tayinimin Kütahya-Domaniç

Saruhanlar İlköğretim Okuluna Türkçe öğretmeni olarak çıktığını öğrendim. Dünyalar benimdi artık. Yerimde duramıyor,hayaller aleminde yaşıyordum.

İlk şevk ve heyecanla Kütahya yoluna koyuldum. Bütün eşyam bir küçük valiz bir değiştirimlik elbise ve annemin verdiği tek kişilik bir yatak ve yorgan ile bir de minder.

İçimde bir kıpırtı, nedeni bilinmez bir hüzün heyecan karışımı. Kütahya`dan yazımı alıp Domaniç yoluna düştüm. Yolda hayallerin, öğretmenlik düşlerinin biri birini kovaladı. Öğretmenlik nedir? Nasıl yapılır?...

Domaniç`e vardığımda bir cumartesi günü ikindi vaktiydi. Gideceğim köyü ve okulu sordum.

“Ohoo!...Oranın bir arabası vardı o da çoktan gitti. Bir de gece saat birden sonra on kilometre ilerdeki Karaköy`den işçi servisi geçer onu gidebilirsen köye gidersin.” dediler.

O gece otel olmadığı için ilköğretim okulunun pansiyonunda yarının hayalini kurarak yarı uyuyarak yarı uyanık sabah ettim. Aklım köye ulaşmakta idi. O gün Pazar olduğu için dolmuş Tavşanlı`ya gitmiş oradan akşam vakti köye dönecekmiş ve Karaköy`den geçiyormuş. Bu sebeple bahsedilen on kilometre uzaktaki Karaköy`e bir şekilde ulaştım. Akşama yakın ikindi sonu bir zamanda önünde “Mareşal” yazan bir 50 NC dolmuş geldi.Bindik ve köyün yoluna koyulduk..Camdan seyrettiğim her taş her çalı beni ayrı dünyalara alıp götürüyordu.Hayaller her yolcu inişinde kesiliyor yeni suallerle yeniden başlıyordu. Birkaç köyden sonra Saruhanlar Köyü göründü. Köye bir yokuşla çıkılıyor, sonra caminin yanındaki köy meydanında düzlüğe varılıyordu. Araba bu kısa süreli yokuşu bir trenin tüneli yarıp geçmesi gibi çıkmaya başladı. Caminin önündeki düzlüğe çıkınca bir “ohh” çeker gibi, acı bir nefes verir durdu. Yolcular birer birer inmeğe başladı. Ben ise durgun, tedirgin ne yapacağını bilmez bir acemi edasıyla bekliyordum. Mareşal lakaplı, sarı tenli, avurtları göçmüş, sarı montlu, şoför, sigara dumanından yarı kapattığı gözünü kırpıştırarak “Hoca burası son durak.” dedi.

“Haa, öylemi?” deyip apar topar indim. Bir yorgan, bir yatak, bir minder ve bir küçük valizden oluşan eşyalarımı indirdik. Şoför mareşal parasını aldı ve kamyon gibi çalışan 50 NC arabasını çalıştırdı. Acı bir gürültüyle köyün yukarısına doğru yöneldi. Ben ise ıssız çöllerde kalmış bir yolcu misali akşamın bu kararan bu vaktinde meydanın ortasında eşyalarımla kala kaldım. Hiçbir kimse “Sen kimsin, niye geldin, nereye gidiyorsun?.. Demedi. Ne yapmalı, ne etmeli? Diye sorular birbirini sıraladı. Duygular boğazımda düğümlendi. Tekrar tekrar yutkundum. Sağa sola bakarken bir çocuğun aceleyle geldiğini gördüm. Paçası çamurlu dizi yırtık bu çocuğa muhtarın evini sordum.” Şurada, yukarda” deyip hızla uzaklaştı.” Bu arada köyün aşağısındaki yokuşu ağır ağır çıkan 35 yaşlarında biraz şimanca, esmer, yana yayılarak yürüyen bir bey bana doğru yaklaştı. Selam verip ”Hoş geldin ben Tekin” dedi” dedi. İlk bakışta seçkin bir kişi olduğunu anladığım bu kişi Sınıf öğretmeni olan sonraları çok yardımını gördüğüm sevgili ağabeyim Tekin ÜNSAL idi. Dünyalar benim olmuştu. Beni alıp evine götürdü. O gece ona misafir oldum. O gece elektrikler de olmadığı için mum ışığında oturduk. Sonraları çok sevdiğim, ilk göz ağrım olan bu köyle ilgili ilk hatıram oldukça olumsuz oldu. Ertesi gün beraber okula gittik müdürle tanıştık. Daha önce geleceğimizi bildiklerinden haftalık programımız hazırdı. Eylül`ün 27`si günü idi. Hava bahardan kalma bir gün heyecanım ise had safhada idi. İçimde tarif edilemez bir kıpırtı vardı, ayaklarım tutmuyordu sanki.

Müdür İsmail Bey, ”Hadi Mehmet Bey ilk dersin 6/A sınıfını, sınıf da şurası.” Dedi. Hayırlar dileyerek beni sınıfa gönderdi. Sınıfa girdiğimde kendimi koca bir deryada bir tahta üzerinde çaresiz kalmış kazazedeler gibi hissettim. Karşımda beni seyreden 22 çift göz bir şeyler bekliyordu. O zamana kadar başkaları anlatmış ben dinlemiştim. Şimdi sıra bende idi. İlk ne söylediğimi hatırlamıyorum. O anı hiç unutamıyorum. Sonraları alıştım. Çok sevdim bu köyü ve bu çocukları. Aradan çok seneler geçti ama hala köylülerle ve o çocuklarla görüşüyorum. Kimi öğretmen oldu kimi memur kimi işçi, kimi çiftçi kimi esnaf… Onları hep özlüyorum.