Bugün, 29 Mart 2024 Cuma

Mehmet TÜRKAN


İLK İNSAN İLK AYRILIK

İLK İNSAN İLK AYRILIK


Cennetten kovulan atamız Âdem ile başlayan ilk ayrılığımız o gün bu gün devam ediyor. Şu yalan dünyaya geldiğimiz gün aslında ayrılığın başladığı gün değil mi? Anneden ilk ayrılık. Ondan sonra sonu gelmeyen ayrılıklar, acılar, kederler, kahrolası gurbet yakamızı bir türlü bırakmıyor.

Nelerden ayrılmıyoruz ki şu yalan dünyada. Asla unutamayız dediğimizi sevdiklerimizden ayrılıyoruz bir bir. Bir bakıyorsunuz ölüm gelip en sevdiklerimizi alıp götürüyor. Anne, baba, candan sevgililerimiz, evlatlarımız… bir bakmışsınız elinizden uçup gitmiş. Sonra elemli elemli ufka bakıp duruyoruz. Ölüm ne acı. Onun acısını yakınlarını kaybederek tadanlar bilir. Sevdiklerinizi kendi ellerinizle kara toprağa verirsiniz. Ayrılıkların en matemlisi ama kader neyleyim der sabrederiz. Bir de ayrılık vardır: Anadan yardan vatandan. Eskiler firak der ona. Sevgiliden ayrılığa ise hicran denir ve ayrılıkların hüzün kokanı. Kelimesinin etimolojik kökeni bile hüzün kokuyor. Bazen bu ayrılıklar ölümlerden daha ağır gelir yüreğimize.

O zaman şu yalan dünyaya sarılıp da sevdiklerimizi üzmemek gerekir. Kaybetmeden kıymetini bilmek gerekir. Yukarıda dediğim gibi gün geliyor en sevdiklerimizi terk edip gidiyoruz. Bazen öyle oluyor ki bir mekân ile ya da bir mal ile bütünleştiğimiz oluyor. Aman asla dayanamam diyoruz ama dayanıyoruz. Bir sevgiliye bağlanıyoruz, bir bakıyoruz elimizden uçuvermiş. Bir okula bağlanıyoruz, bir bakıyoruz okul elimizden kayıvermiş. Bir mala bağlanıyoruz, bir bakıyoruz ayağımızı kaydırıvermiş. Bir toprağa bağlanıyoruz, onun için kardeşlerimizle bir sürü kavga ediyoruz, bir bakıyoruz ayağımıza kuyu kazıvermiş… Böyle sıralayıp sayıyı artırır da artırırız. Ancak peşinden koştuğumuz yalan dünyanın bu nimetlerinin bir hiç olduğunu öğrendiğimizde eyvah diyoruz ama ne çare iş işten geçiyor.

Hele kıt`alar boyu uzayan vatandan ayrılıp küçük bir kara parçasına sığınmışız ve hala onun ayrılığının acısını çekiyoruz ve o koca çınarların devrilişini seyredip hicrana gark oluyoruz. Bir gün rüyadan uyanır gibi, bağrımızdan bir çınarın çıkıp kıtalar boyu yayılmasını bekliyoruz. Bir kara Osman gelir Edebalı`lının hamurunda yoğrulur bey olur, gazi olur diye hasretle bekliyoruz.

Yunus diyor ki:
“Ete kemiğe büründüm Yunus diye göründüm”
Dünyanın faniliği daha ne nasıl anlatılır ki?

Evet, bir gün geliyor bu dört elle sarıldığımız dünyadan, her gün kahpe felek dediğimiz ama bir türlü de vazgeçemediğimiz yalan dünyadan tası tarağı toplayıp gidiyoruz. Asıl sevgili olması gerekene dönüyoruz. O zaman gerçek sevgilinin hasretini çekenler için düğün gecesi yani “şeb-i ârus” oluyor. Ne murad değil mi? Sevgiliyi başka kapıda arayanlar gerçeğin karşısında neyler ki acaba? Asıl sevgilinin sevgisini kazanmak hepimizin en büyük isteği. Ne mutlu gerçek aşkı yüreğinde taşıyıp sonunda maşuğuna ulaşabilene!...