Bugün, 28 Mart 2024 Perşembe

Nazmi KILIÇ


İNSAN VE AĞAÇ YETİŞTİRMEK ( 2 )

İNSAN VE AĞAÇ YETİŞTİRMEK ( 2 )


    Bir gün köye DSİ işletme müdürü köye geldi. Okul bahçesinin duvarlarının yapıldığını, kapısının takıldığını söyledim. Bahçenin ağaçlandırılması konusunda nasıl yardım edeceklerini sordum. Müdür Bey, hiç merak etme dedi ve gitti. Ertesi gün okulun bahçe kapısına bir kamyonet geldi. Baktım beni arıyorlar.  Kamyonetin arkası fidanlarla doluydu. Bu fidanlardan epey miktarda seçerek aldım. Kalanlarının diğer köy okullarına verilmesini söyledim. Akabinde hemen öğrencileri seferber ettim. Kısa sürede evlerinden fidan dikmek için malzeme getirdiler. Öğrencileri geniş bir halka yaparak örnek bir fidan dikimi gerçekleştirdim. Daha sonra fidan dikilecek yerleri ve aralıkları belirledim. Her ailenin kaç fidan ve bu fidanları nereye dikeceğini gösterdim. Bizim bu gayretimiz gören veliler de yardım etmeye geldiler. Hep birlikte iki günde bahçenin belirlenen yerleri fidanla kaplandı. Artık bendeki neşenin, heyecanın tarifi mümkün değildi. Günde 3-5 kez fidanları kontrol ediyor, tutmayanların yerine yenilerini dikiyordum.
Haftanın iki gününün son dersini fidanların bakımına ayırmıştık. Salı günü Beden Eğitimi dersini fidanları sulamaya, Perşembe günü Eğitsel Çalışmalar dersini ise çapalamaya ayırmıştık. Öğrenciler bu işleri büyük bir zevkle yapıyorlardı. Yaşları ve fizikleri çalışmaya müsait olduğundan sıkıntı yaşamıyorduk. Yüz metre ilerdeki su deposundan inşaat arabalarıyla su dolu bidonlar taşınıyor, sulama işlemi yapılıyordu. Her sabah kalkar kalkmaz elimi yüzümü yıkar, bahçeye çıkar, fidanları tek tek kontrol eder ve gelişmelerini yakından izlerdim. Büyümelerini sabırsızlıkla bekler, gelişmeye başlayanları görünce çocuklar gibi seviniyor, kurumaya yüz tutanlar için son derece üzülüyordum. 
    Artık mayıs ayı gelmişti. Dikmiş olduğum fidanların dörtte birinin kendini kurtardığı belli oluyor gibiydi. Dikilen bin fidanın çeyreğinin ağaç haline gelmesi büyük bir başarıydı. Tek dikili ağacı dahi bulunmayan köy için bulunmaz bir nimetti. 
    Bir akşamüzeri fidanları gezerken henüz askerden yeni dönen Hacı Mahmut Ağanın oğlu Yusuf da bana eşlik ediyordu. Onları tek tek incelediğimi görünce bu fidanların ne işe yarayacağını, nasıl bir meyvesinin olacağını sordu. Kahkahayı basmamak için kendimi zor tuttum. Bu fidanların çoğunluğu çam, selvi ve akasya türünden fidanlardı.     Bunların meyvesinin olmayacağı, ancak gölgesinde oturulup dinlenilebileceğini söylediğimde şaşırdı. Mademki meyvesi olmayacak ne diye uğraşıyorsun ki dedi. Açıkça söyleyemedi ama çocukları boşuna yoruyorsun imasında bulunmak istedi. Bende bu tür çalışmaların yapılmasının eğitimin bir parçası olduğundan bahsedince inşallah emeğinizin karşılığını alırsınız dedi. Aslında zeki ve ileri görüşlü bir gençti. 
    Fidanların ziyaretini birlikte tamamladık. Benim ağaç yetiştirip gölgesinde keyif yapacağımı düşünmüş olacak ki ne kadar daha bu köyde kalmayı düşündüğümü sordu. Tam o esnada bir selvi fidanının yanında bulunuyorduk. Ben de kendisine bu fidanlar ne zaman benim boyumu aşarsa o zaman gitmeyi düşündüğümü söyleyince kahkahayı bastı. Kendine has şivesiyle “Vallah hocam ne fidanlar büyüyüp senin boyunu aşar, ne de sen buradan gider. Öyle görünüyor ki sen burada daha çok kalacaksın. Mademki bu ağaçların meyvesi yok ve sende gölgesinde oturamayacaksın neden uğraşıyorsun” dedi. Ben oturamazsam siz oturursunuz, benden sonra gelen oturur dedim ve öylece ayrıldık. 
    Fidanların gelişimi hızlanmaya başlamıştı. Bu beni çok mutlu ediyordu. Tatil de yaklaşmıştı. Yaz tatilinde fidanların sulanması ve bakımı aksayacağından emeğimizin boşa gitmesi endişesi vardı. Hemen bir veli toplantısı düzenledim. Yaz tatilinde fidanların bakımının ailelere verileceğini, eylül ayında da ailelerden teslim alınacağını söyledim. Her ailenin dikmiş olduğu fidanın bakımıyla yükümlü olacağını anlattım. ( DEVAMI HAFTAYA )