Bugün, 26 Nisan 2024 Cuma

Mehmet TÜRKAN


İNSANIN VATANI ÇOCUKLUĞUDUR -1


Ge­çen­ler­de Prof. Dr. Doğan Cü­ce­loğ­lu´nun bir ha­tı­ra­sı­nı oku­dum. İnsan­la­rın ço­cuk­lu­ğu­nun ne kadar önem­li ol­du­ğu­nu, ço­cuk­lu­ğun­da ya­şa­dı­ğı ha­ya­tın ge­lecek ha­ya­tı­mı­zı nasıl yön­len­dir­di­ği­ni ve hatta insan ço­cuk­lu­ğun­da ne­re­de ve ne ya­şa­dıy­sa vatan ola­rak ömrü bo­yun­ca ora­nın ha­ya­li­ni kur­du­ğu­nu, bir ana öz­le­mi gibi ço­cuk­lu­ğu­nun öz­le­mi­ni çek­ti­ği­ni oku­dum. Demek ki vatan ba­ba­nın mem­le­ke­ti değil in­sa­nın ço­cuk­lu­ğu­nun geç­ti­ği yer ve ço­cuk­lu­ğun­da ya­şa­dı­ğı ha­tı­ra­la­rı­dır.

Bu haf­ta­ki ya­zım­da ço­cuk­la­rı­mı­zın ye­tiş­ti­ği yıl­la­rın ehem­mi­ye­ti­ni ve ha­ya­ti­ye­ti­ni an­la­tan bu ha­tı­ra­yı siz­ler­le pay­laş­mak is­ti­yo­rum. Bu­yu­run bir­lik­te oku­ya­lım:

?Bir gün se­mi­ne­re baş­la­ma­dan önce kısa boylu güler yüzlü bi­ri­si geldi, Hocam eli­ni­zi öpmek is­ti­yo­rum, dedi. Ben el öp­tür­mek­ten pek hoş­lan­ma­dı­ğım için, ya­nak­tan öpü­şe­lim, dedim, öpüş­tük. Ara­mız­da şöyle bir ko­nuş­ma yer aldı:

- Hay­ro­la, neden elimi öpmek is­te­din?

- Hocam, üç yıl önce sizin bir se­mi­ne­ri­ni­ze ka­tıl­dım. Ha­ya­tım de­ğiş­ti.

O se­mi­ner­den sonra daha mutlu bir ailem var ve size te­şek­kür etmek is­ti­yo­rum; onun için eli­ni­zi öpmek is­te­dim.

- Ne oldu, nasıl oldu?

- Üç yıl önce şir­ke­ti­mi­zin or­ga­ni­ze et­ti­ği iki gün­lük bir se­mi­ner­de bi­zim­le be­ra­ber­di­niz. O se­mi­ne­rin bi­ti­şi­ne doğru de­di­niz ki, "Bir in­sa­nın ana va­ta­nı ço­cuk­lu­ğu­dur. Ço­cuk­lu­ğu­nu doya doya ya­şa­ya­ma­mış bir in­sa­nın mutlu ol­ma­sı çok zor­dur. Bir an­ne­nin, bir ba­ba­nın en önem­li gö­re­vi, ço­cuk­la­rı­nın ço­cuk­lu­ğu­nu doya doya ya­şa­ma­sı­na im­kân­lar sağ­la­mak­tır."Bir süre sustu, bir şey ha­tır­la­mak ister gibi dü­şün­dü, sonra ko­nuş­ma­ya devam etti:

- Hatta daha da ile­ri­si için söy­le­di­niz; de­di­niz ki, "Bir mil­le­tin en önem­li gö­re­vi ço­cuk­la­rı­nın ço­cuk­lu­ğu­nu doya doya ya­şa­ma­sı­na im­kan­lar sağ­la­mak­tır." Ben bir baba ola­rak sizi duy­du­ğum zaman kendi ken­di­me dü­şün­düm: Ben bir baba ola­rak ço­cu­ğu­mun ço­cuk­lu­ğu­nu doya doya ya­şa­ma­sı­na fır­sat­lar sağ­lı­yor muyum? Böyle bir so­ru­nun o za­ma­na kadar hiç ak­lı­ma gel­me­di­ği­ni fark ettim. Ben ne ya­pı­yo­rum, diye dü­şün­düm. Benim yap­tı­ğım sa­nı­rım bir­çok ba­ba­nın yap­tı­ğı­nın ay­nı­sıy­dı. Dokuz ya­şın­da­ki oğlum ben işten eve ge­lin­ce beni gör­me­me­ye, ben­den kaç­ma­ya ça­lı­şı­yor­du. Neden kaç­ma­ya ça­lı­şı­yor­du, bi­li­yor mu­su­nuz, Hocam?

- Hayır, neden?

- Çünkü onu gö­rün­ce hemen şu so­ru­yu so­ru­yor­dum. "Oğlum bugün öde­vi­ni yap­tın mı?" Tuhaf tuhaf ba­kı­yor, gö­zü­nü ka­çı­rı­yor, daha da sı­kış­tı­rın­ca, hayır an­la­mı­na gelen, "cık" se­si­ni çı­ka­rı­yor­du.* Kı­zı­yor­dum, söy­le­ni­yor­dum, "Niye yap­mı­yor­sun öde­vi­ni!" di­yor­dum.

Ara­mız­da sü­rek­li tar­tış­ma­lar, sür­tüş­me­ler olu­şu­yor­du. Tabii bunun so­nu­cun­da bütün aile hu­zur­suz olu­yor­du.

Bu­ra­da biraz sustu, so­luk­lan­dı. Sanki ha­tır­la­mak is­te­me­di­ği anı­lar vardı; on­la­rın üs­te­sin­den gel­me­ye ça­lı­şı­yor­du. Sonra ko­nuş­ma­ya devam etti:

- Ben sizin se­mi­ne­ri­niz­den çık­tık­tan sonra dü­şün­me­ye baş­la­dım. "Ben ne biçim ba­ba­yım," diye ken­di­me sor­dum. Se­mi­ner için gel­di­ğim İstan­bul´dan ça­lış­ma yerim olan Kay­se­ri´ye gi­din­ce­ye kadar dü­şün­düm; oto­büs­te bütün gece dü­şün­düm ve sonra kendi ken­di­me dedim ki, eşim­le ko­nu­şa­yım, biz bir­lik­te bir karar ala­lım. Di­ye­lim ki bu çocuk is­ter­se beş yıl sı­nıf­ta kal­sın, ama doya doya ço­cuk­lu­ğu­nu ya­şa­sın.

- Ra­di­kal bir karar!*

- Evet, uçta bir karar, ama bu karar içime çok iyi geldi, Hocam.

Ger­gin­li­ğim, üzün­tüm gitti, içim rahat etti. Ben eve ge­lin­ce eşime dedim ki, hadi gel otur, ko­nu­şa­lım. Ye­mek­ten sonra otur­duk ko­nuş­tuk, ço­cuk­lar yattı biz ko­nuş­ma­ya devam ettik. Se­mi­ner­de an­la­tı­lan­la­rı ak­tar­dım, böyle böyle böyle diye izah ettim ona ve en ni­ha­yet dedim ki, ya benim gön­lüm­den ne ge­çi­yor sana söy­le­ye­yim. Bizim oğ­lu­muz var ya bizim oğ­lu­muz, o is­ter­se beş yıl sı­nıf­ta kal­sın, ama ço­cuk­lu­ğu­nu ya­şa­sın! Şim­di­ye kadar onun ço­cuk­lu­ğu­nu ya­şa­ma­sıy­la ile il­gi­li pek bir çaba gös­ter­me­dik, bir bi­linç gös­ter­me­dik, olu­ru­na bı­rak­tık. Gel şimdi de­ğiş­ti­re­lim bunu.

- Eşi­niz ne dedi?

- Hocam bi­li­yor musun ne oldu?

- Ne oldu?

- Karım hay­ret­le bana baktı ve dedi ki, "Bu ne biçim se­mi­ner be! Kim bu adam? Öyle şey mi olur; yok bizim ki ço­cuk­lu­ğu­nu ya­şa­ya­cak­mış!

Bizim çocuk ço­cuk­lu­ğu­nu ya­şar­ken öbür­kü­ler sı­nıf­la­rı­nı ge­çecek iler­le­yecek! Öyle şey olmaz."

- An­lı­yo­rum; anne ola­rak ço­cu­ğu­nun ge­ri­de kal­ma­sı­nı is­te­mi­yor, kay­gı­la­nı­yor!

- Fakat hocam ben pes et­me­dim, bı­rak­ma­dım, mü­ca­de­le­ye devam etti. (Devamı Haftaya)