Bugün, 26 Nisan 2024 Cuma

Seyfi GÜNAÇTI


İnsanlık dediğin

İnsanlık dediğin


Geçen haziranda Batum gezisinde yaşadığımız bir olay, “İnsanlık nedir?” sorusu üzerinde bizi düşünmeye sevk etti.
Gezinin öğle yemeğinden sonraki bölümüne yürüyerek devam ediyorduk. Gezinin sonlarına yaklaştığımız sırada birden iri damlalar düşmeye başladı.
Yağmur aniden bastırdı. Önümüze gelen bir kafenin şemsiyeleri altına sığındık. Rehberimiz, “Siz Gürcü kahvesi içmemişsinizdir. Size bir Gürcü kahvesi söyleyelim” dedi. Davut Bey`in, “Pahalı olmasın!” uyarısına rehberimiz, “Ancak 1-2 Laridir” cevabını verdi. Garsona sorduk, meğer 3 lari imiş.

Yağmur devam ediyordu. Oradan ayrılamıyorduk. Bu sırada bir bayan kafenin kapısından göründü. Kızgın bir tavırla “Burada oturamazsınız. Bir şey içmiyorsunuz. Burayı terk edin!” dedi.
Yağmurdan kaçarken doluya tutulmuştuk. Bu çıkışı beklemiyorduk. Kızmıştık. Bazı arkadaşlar bu çıkışa alındılar ve orayı terk edip ileride bir binanın damlalığına sığındılar. Herkes, “Bu, nasıl insanlık? Türkiye`de böyle bir şey olur mu acaba?” diyordu. Aslında 4-5 arkadaş kahve siparişinde bulunmuştu ama kahveler henüz gelmemişti. Kafeye girip, bu davranışının insani olmadığını kadına anlatmak istiyordum fakat yağmur öyle yağıyordu ki ıslanma korkusuyla şemsiyelerin altından çıkıp kafeye gidemiyordum. Sonra bir fırsatını bulup kafeye girdim. Yetkili kişiyi sordum. Bankoda oturan bayanı işaret ettiler. “Buranın sahibi siz misiniz?” dedim. “Hayır, ben değilim. Ben çalışıyorum” dedi ve 35-40 yaşlarında bir erkeği işaret etti. Adam kendisinden söz edildiğini duymuştu ama hiçbir şey söylemeden öylece bakıyordu. Belki de söyleyeceklerimi biliyordu ve konunun açılmasını istemiyordu. Fakat ben konuya girdim. Adam sorularıma gayet düzgün Türkçesi ile cevap veriyordu. Yani şivesi bir Gürcü`ye benzemiyordu. “Siz Türk müsünüz?” dedim. “Evet, ben Çamlıhemşin`liyim” dedi. Daha önce Çamlıhemşin`de görev yapmıştım. Köyünü biliyordum. Bundan da cesaret alarak,

“Bu yaptığınız doğru mu? Biz keyif için burada durmuyoruz. Üstelik siparişimiz de var. Kaldı ki, bu yağmurda dışarıda kalsak bile sizin, “Buyurun, yağmur geçene kadar şemsiyenin altına gelin” demeniz gerekmez mi?!” dedim. “Bayanı ben göndermedim. Kalabilirsiniz” dedi. Olanlardan pişmanlık duyuyor gibi geldi bana. Ben de üstelemedim. Hepimiz, insanlığın ne olması gerektiğini bir kere daha hatırlamıştık.

Yağmur hafiflemiş, vakit de biraz geçmişti. Deniz kenarı parkını gezmeye zamanımız kalmamıştı. Otobüse binip sınır kapısına doğru yola çıktık. Kaptan yakıt almak için bir istasyonda durunca elde kalan Larileri TL`ye çevirttik. İyi ki orada çevirtmişiz. Gümrük kapısına gelince insanı bir telaş alıyor. Herkes bir an önce sıraya girip sınırı geçmek istiyor. Lari bozdurmaya gidecek olanları kimse beklemek istemiyor. Kendimi görevli saydığım için onları beklemek bana düştü.

Pasaport işlemleri için hayli kalabalık bir gurup bekliyordu. Bilgisayarlardaki bir sorun sebebiyle bir süre işlem yapılamayınca bekleyenlerin sabırsızlığı daha da arttı. Nihayet işlemleri tamamlayıp kazasız belasız kendimizi Türkiye topraklarına attık.
Akşam yemeğini Ardeşen`de yedikten sonra saat 21.00`de Çamlıhemşin`e geldik ve orada konakladık. Ertesi günü Şenyuva Köyü, Zilkale ve Ayder`i gezdikten ve akşam yemeğinde Akçaabat köftesinin tadına baktıktan sonra gece 01.00`de Terme`ye döndük.
Umarım hiçbir yabancı, bizim Batum`da karşılaştığımıza benzer bir durumla Türkiye`de karşılaşmaz.