Bugün, 24 Nisan 2024 Çarşamba

Mehmet TÜRKAN


İRFAN SAHİPLERİNİ KONUŞTURMANIN YOLU


Toplumumuzda ilim irfan sahibi insanlar gittikçe azalıyor ve yerine yenileri de yetişmiyor. Bu sebeple ilim ve irfana sahip insanlar ortalıkta kendisin anlamayan, hatta kendisini dışlayan bir nesil ve toplum ile karşı karşıya kalmış durumdalar.
17. Yüzyılın ikinci yarısı ile 18. Yüzyılın başlarında yaşayan Urfalı şair Nâbi, zamanında çok meşhur olmuş ve adı dilden dile dolaşır olmuştur. Zamanının şairlerinin şiirleri ondan onay almadan şiir sayılmaz imiş. Onun bir “Aferin” ya da “Tamam” demesi şairlerin itibar kazanmasına yeter imiş.

Uzun bir süre Halep`de yaşayan şairin bir konu ile ilgili bildiği bir sır var imiş. Ne kadar ısrar etseler de bu sırrı söylemeye layık kimse görmediği için söylemezmiş. Çünkü sır sadece sırra layık olana söylenirmiş. Söylenmesi istenen bu sır o kadar önemli bir şey olacak ki zamanın valisi birçok baskı yapmış ama nafile. Hapse atmışlar bir sürü işkenceler yapmışlar ama ağzından bir kelam alamamışlar. Sonunda vali ben onu söyletmesini bilirim demiş. Hapis yattığı odasına yanında kalmak üzere zır cahil bir odam koydurmuş. Nabi sevinmiş, şiirlerini okuyacağı, sohbet edeceği bir insan bulduğuna, bir can yoldaşı geldiğine mutlu olmuş.

Bir iki şiir okumuş onu yokluyor ama bakıyor ki adamın o taraklarda bezi yok. Bir iki sohbet ediyor onu alıp deryalara daldırmak istiyor ama adam duvardan farksız. Bir şey anlamıyor. Sonra diyor ki madem bilmiyor. “Ona şiir öğreteyim, yetiştireyim” diyor. Bilgiler veriyor, şerhler yapıyor ama nafile. Hiçbir şey değişmiyor. Adamda bir milim ilerleme yok. Aylar geçiyor. Nabi kahroluyor.

Günün birinde Nabi yeni yazdığı bir şiiri okumaya başlıyor. O sırada hücre arkadaşı hüngür hüngür ağlamaya başlıyor. Adamın ağladığını görünce daha da tahkiyeli ve kendinden geçerek okumaya devam ediyor. “Hah!.. tamam, adamın yüreğini yumuşattık.” Diye seviniyor. Şiir bitince,

“Nasıl şiir güzeldi değil mi? Seni çok mu etkiledi, sana çok mu dokundu.” Diye soruyor. Adam “Yok beyim şiiri anlamadım ama sen sakalını sallaya sallaya şiirini okurken bir kösem keçim vardı da onu hatırladım. Onun için ağlıyorum.” Diyor. Nabi bu cevaba kahroluyor ve valiye haber gönderiyor. “Valiye haber verin, ne isterse söyleyeceğim yeter ki beni bu adamdan kurtarsın.” diyor.

Şinasi`nin bir beyiti var. Diyor ki beyitte:

“Bedbaht ana derler ki elinde cühelânın

Kahrolmak için kesb-i kemal-i hüner eyler”

Bahtsız kişi odur ki ilim tahsil eder, ilim, irfan sahibidir de cahiller arasında kalır.

Siz ilim irfan ve marifet sahibisiniz ama çevrenizde sizi anlayan kimse bulamıyorsunuz. Kimse sizi anlamıyor. Hatta sizi cahillik ve bilgisizlikle suçluyor. Söyledikleriniz adamlara Nabi`nin hapishane arkadaşının hatırladığı gibi kösemen keçisini hatırlatıyor.

Şu an toplumumuzda bu asıl bedbahtlığı ve bu hapishaneden zor hayatı yaşayan bir sürü insan var. Ne kendini anlayan var, ne de kendisini anlatacağı bir ortam. Öyle ki kendisini anlayan ve hürmet eden, sözünü dinleyen bir adam bulamamışken dışlanmak, başkalaştırılmak da cabası.

Okullarımızda böyle birçok öğretmen ve idareci var. Aynı Nabi`nin ızdırabını yaşıyor. Ne karşısında kendisini anlayan arkadaşları ne idarecileri ne de kendisini anlayabilecek öğrencileri. Anlattığı, söylediği, kendinden geçerek ifade ettiği şeyler millete mahkûmun kösemen keçisinin hatırlatıyor. Kendisini yönetmeliklerin ve yukarıdan gelen anlamsız emir ve çizelgelerin arasında taşlı yokuşlara vurulmuş, kan ter içinde yürüyen yolcu gibi hissediyor.

Bu ızdırabı yaşayan ehl-i dil dostlarıma bir ışık tutmasını umduğum bu kısa gönül terennümü sözlerime konuya ışık tutacak birkaç beyit ile nihayet veriyorum.

Gör câhili kim sahib-i irşâd olayım der

Dün mektebe vardı bugün üstâd olayım der

Bağdatlı Rûhi

Nâdânlar eder muhabbet nâdânla telezzüz

Divânelerin hemdemi divâne gerektür

Ziya Paşa

Sanma âleme herkes insan gelür insan gider

Cahil ü nâdân olan hayvân gelür hayvân gider

Lâedri