Bugün, 27 Nisan 2024 Cumartesi

Zeki ORDU


KABATAŞ YOLLARINDA

KABATAŞ YOLLARINDA


 Kabataş denilince aklınıza en önce neresi geliyor bilmem ama Ordu’nun 19 ilçesinden biri. Ünye’den 66 km uzaklıkta bir yurt köşesi.
Takvimler aralık ayının ortalarını gösterirken, yani bir kış mevsimi bu ilçemizi görmek için yola çıktım. Yolun yaklaşık 26 km kadar olan kısmını denizi seyrederek yani sahilden gittim. Daha sonra her metre ve saniye denizden uzaklaşarak hedefimize doğru hareket ettim.
Sadece denizi değil Fatsa ve Ünye gibi iki büyük ilçe ardımızda kalmış bir vadinin içinden belirlediğim hedefe doğru yol alıyordum. Artık sağımda ve solumda tepeler oluyordu. Bazen ağaçlı, bazen kıraç…
Zaman beni, bir yerlerden uzaklaştırırken başka bir yere yaklaştırıyordu. İlk defa görünecek olan yerler heyecan vericidir. Kabataş da benim için öyleydi.
Yolun belli bir kısmından sonra mavi tabelalar size nereye gitmek istediğinizi gösteriyordu. İkiye ayrılan yollar bana hep hüzün verir. Çünkü siz birine saparken diğerinden uzaklaşmış hissine kapılırsınız. Her ne kadar evinizden de uzaklaşmış olsanız dahi, oraya döneceğinizi bilirsiniz. Ya gitmediğiniz yerler nasıldır?
Zaman içinde bazen yalnızlık hissine kapıldığınız da olur. Çünkü etrafta ne birileri vardır, ne yerleşim yerleri…
Bulutlu ve ara sıra yağmurlu olan bir günde ilk mavi tabelada Çamaş ile Gürgentepe bir tarafı; Çatalpınar ile Kabataş başka tarafı gösteriyordu. Ben tabelanın sağında bulunan Çatalpınar, Kabataş yoluna giriş yaptım.
Etrafım ağaçlarla sarılıydı. Sahilden epey uzaklaşmış tabiatın koynunda bulmuştum kendimi. Ara sıra uzaklardan görünen dumanlı tepeler, ara sıra sağımda veya solumda akan ırmak ve kâh hareketli kâh sabit gibi duran bulutlar…
Aklıma Necip Fazıl Kısakürek’in “Kara gökler kül rengi bulutlarla kapalı” mısraı geliyordu. Her alınan mesafe insanın hüznünü daha da artırıyordu. Hele başı dumanlı tepelerin yamaçlarında bulunan hanelere ne demeli. Eskilerin tek ü tenha dedikleri yerlere kurulmuş. Her hane içinde hayat barından en küçük birim. Ebeveynler, çocuklar ve yaşanan hayatlar… Neon lambaları yerine ağaç dalları eşlik ediyor onlara…
Sonra birkaç hanenin bir arada olduğu “mahallecik…” Belli ki zor zamanlarında birbirlerinden destek alıyorlar haneler. Bir arada ne kadar zaman bulundular bilmem ama hepsi de aynı zamanda yapmış olamazlar evlerini. Zamanla bu kadar olmuşlar. Kim bilir ileri zamanlarda daha ne kadar sayıya ulaşacaklar.
Ne olursa olsun şehrin o kargaşası veya keşmekeşi yok oralarda. Ancak bu insanlar ne yerler, nasıl barınırlar, vakitlerini nasıl geçirirler, çocuklarının eğitimleri, kendilerinin sağlık durumları ne haldedir?
Yol boyu hem gidiyor hem de bunları düşünüyorum bir yandan. Şehir insanının daha medeni ve kültürlü olduğuna dair kanaatin; hatta kabulün neye dayanılarak ifade edildiğini de düşünüyorum. Sokak lambaları mı şehirlileri daha medeni yapıyor, kafe dedikleri yerler mi? Sosyalleşme denilen şey insana huzur mu veriyor rahatsızlık mı? Şehirde parasız dolaşmak mı daha zor buralar da mı?
Buna benzer sorularla devam ediyorum yoluma. Önce Çatalpınar ilçesi çıkıyor karşıma. Daha önce uğradığım bu ilçeye dönüşte uğramak kararı ile “Şehir merkezi” yazan tabelanın yanından geçerek devam ediyorum yoluma.
Yol boyu tabiatın o yapmacık olmayan manzarası eşlik ediyor bana. Ve sessizce konuşuyor benimle. Tabii onu anladığımı biliyor.
Anlıyorum zaten!
Siz de anlıyor musunuz?