Bugün, 29 Mart 2024 Cuma

Selim EROĞLU


KAPTANSAN BİR GÜN GEMİN OLUR

KAPTANSAN BİR GÜN GEMİN OLUR


    Gazetemiz yazarlarından değerli dostum Yılmaz İmanlık üçüncü romanını yazdı. Adı Gemisiz Kaptanlar. Kitabın kapağına “bir dostluk romanı” notu düşülmüş. Bu not, okumadan size bir ipucu veriyor.
    Sağ olsun, kıymetli dostum, eserini imzalayıp adresime gönderme lütfunda bulunmuş. Bir de not düşmüş: “Hayatınızda güzel insanlar varsa başka kaptana ihtiyaç duymazsınız”. Ben bunu, günümüz tabiriyle “paradan ziyade dost biriktirin” mealinde anladım. Doğru anladığımı, eseri okumayı bitirdikten sonra gördüm.
       Eser, elime ulaştığı gün okumaya başladım; üç-beş günde bitiririm diye düşündüm. Öyle olmadı. Başladım ve bitirdim. Daha doğrusu kitap kendini bitittirdi. Bunca yıllık okuyucuyum, ilk defa bir kitabı bir oturmaya bitirdim.
      Eserin dili oldukça sade, yalın ve anlaşılır. Bilinmeyen kelime yok. Cümleler basit ve net. Anlam karışıklığına yol açacak “acaba” dedirtecek hiçbir ifade yok. Her seviyeden, okuyucu rahatlıkla okuyup anlayabilir.
       Yazar, Terme İmam-Hatip Lisesinde okumuş. Sınıf arkadaşlarıyla irtibatı hiç kesmemiş. Unutulmaz dostluklar edinmiş. O günlerle bu günleri harmanlayarak ortaya “hatıra-roman” olan Gemisiz Kaptanlar'ı koymuş. Bu yönüyle gerçekçi bir roman. Kahramanların çoğu bana tanıdık geldi. Çoğunu tanıyorum, biliyorum. Yazar, sınıf arkadaşlarını roman kahramanı yapmış. Bundan daha güzel bir şey olabilir mi?
       Yılmaz İmanlık'ın ilk romanı “Kır Çiçekleri”'ni okumuş ve kendisine şöyle bir teklifte bulunmuştum: “Bundan sonraki eserlerinde mekân ve konu olarak Terme'yi merkez alırsan memlekete büyük hizmet etmiş olursun” demiştim.
       Bu teklifimin etkisi olmuş mudur bilmiyorum. Gemisiz Kaptanlar tam da böyle bir roman. Mekân; köyleri, mahalleleriyle birlikte, Terme, Ünye, Fatsa ve Ordu. Okurken aynı zamanda bu bölgeleri geziyor ve güzelliklerini yudumluyorsunuz.
       Konu üzerinde fazla durmayacağım. Çünkü romanı herkes okusun istiyorum. Yalnız kısaca şöyle değinebilirim. Birbirlerini çok seven, zor zamanlarda birbirlerine sahip çıkan lise arkadaşlarının birbirleriyle irtibatı koparmamaları ve dostluklarını ebediyen sürdürmeleri.
       Eserin başkahramanı Bahadır. Hayatın çilesini en çok o çekmiş ama inancını asla yitirmemiş, zorluklar karşısında yılmamış.
       Yazar, hissettirmeden sosyal mesajlar vermeyi de ihmal etmiyor. İnceden inceye günümüz meselelerine temas ediyor. Eğitim meselesi, atanamayan öğretmenlerin KPSS sorunu, fakirlik, yoksulluk, yetimlik, yetiştirme yurtları, zengin-fakir ayırımı, okumak isteyen öğrencilere sahip çıkılmaması, kayırmacılık, daha büyük anlamda Suriyeli göçmenlerin durumu… Yazarın az da olsa değindiği hususlar.
       Zamanında sahip çıkılmadığı için ziyan olup giden nice kabiliyetler, zeki insanlar yüreğinizi burkuyor. “Keşke imkânım olsa da insanlara sahip çıksam” diyorsunuz.
       Mehmet Akif gibi “Ya hamiyetsiz olaydım ya param olaydı” düşüncesi vicdanınıza ok gibi saplanıyor. Çünkü hamiyetperverlik ile parasızlık birbiriyle bağdaşmıyor.
       Eserin sonunda, Bahadır'ın intihar ettiğini ve öleceğini sandım. Öyle olsaydı, hem üzülür hem de Yılmaz Hoca'yı suçlardım. “Bunu kurguya sokmasan olmaz mıydı” derdim. Çok şükür öyle olmadı ve Bahadır intihar etmedi, ölmedi ve hayata döndü.
       Hayat, yaşamaya değer. Kul imtihan için yaşıyor. Bize düşen görev imtihanı başarmak, hayatta başarılı olmaya çalışmak. Kul seferden sorumludur, zaferden değil.
       Romanda daha fazla, yöresel, kelime, deyim, atasözü… olsa daha iyi olurdu diye düşünüyorum. Yazarların, içinde bulundukları topluma böyle bir borçlarının olduğuna inanıyorum.
       Böyle bir eser ortaya koyduğu için Yılmaz Hoca'yı yürekten tebrik ediyorum. Sizlere de hayırlı okumalar temenni ediyorum.