Bugün, 25 Nisan 2024 Perşembe

Zeki ORDU


KARANLIK


Bizim çocukluğumuzda karanlık vardı.

Zifiri karanlık sözü kitaplarda kaldı artık. Güvenlik veya estetik açıdan gecelerimizi aydınlatan sokak lambası karanlıkla aramıza girdi.

Ülkenin her yerinde elektrik yokken, yağmurlu bir gecede sokaktaysanız eğer yanınızda el feneri, kibrit, çakmak gibi aydınlatmaya yarayan bir şey yoksa tahmini yürüyeceksiniz demektir.

Bu ifade bile karanlığı anlatmaz anlatamaz.

Biz bazı akşamları arkadaşımıza giderdik. Sohbet bitip geri döndüğümüzde yoldan bir arabanın geçmesini beklerdik. Arabalar şimdiki kadar sık geçmezlerdi. İlk virajı dönen arabanın farının şavkı ile geçici olarak aydınlanan yolda hızlıca koşar, araba gözden kaybolunca olduğumuz yerde dururduk.

Yürümek; bir yere çarpmak, bir yerden yuvarlanmak demekti.

Her yer karanlıktı ve siz bir adım bile atamazdınız.

Bütün umutlar dakikalar sonra gelecek bir arabadaydı.

Kamyon tercih sebebimizdi bu gibi hallerde. Özellikle yüklü olanı. Daha az süratle gittiğinden daha fazla faydalanırdık far ışığından.

Sonra bir araba, bir araba daha?

Her araba görünmesinde, önce alacalı aydınlanan yolun istikametine göre var gücümüzle koşardık.

Evi yol kenarında olmayanlar da beklerdi geçecek arabayı. En azında evin yolunun girişini bulurdu.

Gerisi?

Sürünmeyle karışık yürüme?

Yani beş dakikada alınacak mesafe bir saati geçerdi bazen

Ve ev?

Gaz lambalı aydınlanmış ev. Siz kapıyı aralar yatacağınız odayı bulur. Veya evde bulunan bir kibritle odanıza girerdiniz. Yatağa uzandığınızda el yordamıyla yorganı üzerinize çekerdiniz.

Gözlerinizin açık veya kapalı olması bir şey değiştirmezdi.

Ve sabah?

Her tarafı pırıl pırıl ışımış vaziyette kalkardınız. Karanlıktan eser yoktur artık.

Bu lambalar karanlığımız kararttı bizim?

İçimizdeki karanlık mı?

Onu sormayın. Elektrikle bir alakası yok onun. Zaten güneş bile aydınlatamaz onu.

İç karanlığı çaresiz bir ilettir yani?

Karanlığımı istiyorum?