Bugün, 29 Mart 2024 Cuma

Selim EROĞLU


KAŞAĞI


Kaşağı, ünlü yazarımız Ömer Seyfettin´in (11 Mart 1884-6 Mart 1920) en meşhur hikâyelerinden biridir. Okula gidip de bu hikâyeyi okumayanımız, bilmeyenimiz yok gibidir.

Yazar, bu hikâyesini yıllar sonra vicdan azabına dayanamayarak, biz okuyuculara ibret olsun diye kaleme almıştır. Gerçi bunu, doğrudan söylememiştir. Bir itirafta bulunduğuna göre, bu böyledir kanaatini taşıyorum.

Konu, yazarın çocukluğuna ait bir hatırasının hikâyeleştirilmesinden ibarettir.


Yazar, ailesiyle birlikte bir çiftlikte yaşamaktadır. Çiftlikte, birçok hayvanın yanı sıra atlar da bulunmaktadır. Atların tımarıyla alakadar olan Dadaruh adında tecrübeli bir seyis vardır. Baba memurdur, her gün işine gelip gitmektedir, oldukça sert ve otoriter bir mizaca sahiptir. Anne, işi icabı sık sık İstanbul´a gitmekte ve çocuklarından ayrı kalmaktadır. Yazarımız Ömer´e ve kendisinden iki yaş ufak kardeşi Hasan´a teyzeleri Pervin nezaret etmektedir.


Dadaruh´un atları kaşağılaması ve kaşağının çıkardığı müzikal ses, iki kardeşin çok hoşuna gitmektedir. Küçük olmalarına rağmen Dadaruh´un delaletiyle kaşağılama işini becermeye çalışırlar. Bunu yaparken Ömer ve Hasan içten içe birbirlerini kıskanırlar. İkisinin de ruhunda kaşağılama işini tek başına yapıp zafere ulaşmak vardır.


Günün birinde Ömer annesinin İstanbul´dan getirdiği gümüş işlemeli kaşağıyı gizlice aşırarak atları tek başına kaşağılama işine koyulur. Fakat Dadaruh gibi başarılı olamaz. Atlar huysuzlanır. Kabahati gümüş işlemeli kaşağıya bulur.

Belki başarırım diye kaşağının dişlerini taşa sürterek törpüler. Yine başaramaz. İyice yamulan kaşağı, kaşağı olmaktan çıkar, eğri büğrü, dişleri yamulmuş, özelliğini kaybetmiş bir demir parçası haline gelir. Durumu örtbas etmek için kaşağıyı ahırın yanındaki su yalağına atar.


Aradan fazla bir zaman geçmeden çiftlikte gezerken, babası yalağın içindeki gümüş işlemeli harap olmuş kaşağıyı görür ve hemen alır. Kaşağının tanınmaz halde olduğunu görünce hiddetlenir. Dadaruh´a bunu kimin yaptığını sorar. Dadaruh daha cevap vermeden Ömer hemen ?kardeşim Hasan yaptı? der. Babası Hasan´ı yanına çağırır ve ?bunu niye yaptın?? diye sorar. Olanlardan habersiz olan Hasan, her ne kadar ?ben yapmadım? dese de sert mizaçlı babasını inandıramaz. Babası Hasan´a tokat atar, bağırır çağırır ve bir yıl evden çıkmama cezası verir. Suçsuz olan Hasan cezasını çekmeye başlar.


İstanbul´dan dönen anne, oğlu Hasan´ı kurtarmaya çabalasa da, babanın otoritesini aşamaz. Üstelik ?çocuklara annelik yaptığın mı var?? suçlamasına maruz kalır.


Evden dışarı çıkamayan Hasan, bunalıma girer, günden güne erir, her defasında suçsuz olduğunu ispatlamaya çalışır ama nafile. Üzüntüden ve bunalımdan dolayı ?kuşpalazı? hastalığına yakalanır. Doktorlar çare bulamaz, durum vahimdir.


Ömer bütün bu olanlara kendisinin sebep olduğunu düşünür, için için kendini yer. Durumu kardeşi Hasan´a açıklamaya karar verir fakat teyzesi Pervin ?iyileşince açıklarsın? diyerek söylemesine mani olur. Hasan, iyileşemez ve o gece hayata gözlerini yumar. Ömer ile kardeşi Hasan, bu dünyada yüzleşemezler. Ömer Seyfettin, kardeşinin ölümünden kendisinin sorumlu olduğunu düşünür ve yıllarca vicdan azabı çeker. Dayanılmaz bir hal alan vicdan azabına daha fazla dayanamaz ve konuyu hikâyeleştirir. Konunun hikâyesini yazar. Bir nevi biz okuyuculara ?benim düştüğüm hataya siz düşmeyin, şartlar ne olursa olsun asla yalan konuşmayın ve kimseye, hiçbir zaman iftira atmayın? der. Yazarın genç yaşta, 36 yaşında, ölmesinin bu hatırasıyla alakası var mıdır, düşünmeye değer.


Yazar, Kaşağı´da bize yalan söylemenin ve iftiranın zararlarını göstermek ve basit yalanların bile büyük sorunlara yol açabileceğini vurgulamak istemiştir.


Kaşağı´nın filmini de çekmişler. Filmi hep beraber 9/A sınıfında akıllı tahta marifetiyle izleme imkânımız oldu. Filmin sonunda duygular ayyuka çıktı. Hasan için sınıfça gözyaşı döktük. Fatihalar okuduk. Bir tek gıyabi cenaze namazı kılmadığımız kaldı.


?Olayın bu aşamaya gelmesinde baş sorumlu kim? diye sordum.


İftira atan Ömer mi?


Hakkını savunamayan Hasan mı?


Çocuklarının başında durmayan anne mi?


Haksızlığa dur diyemeyen Pervin ile Dadaruh mu?


Olayı tam soruşturmadan denilene inanan ve çok ağır cezalar veren baba mı?


Aile yapısı mı?


Sistem mi, zamane mi?


?


Cevapların oranı değişse de, sınıfın ekserisi asıl suçlu babadır. Çünkü oğlu Hasan´ın ölümünde bile bir damla gözyaşı dökmedi. Bu nasıl baba? dediler. Ne hikmetse, filmde baba, oğlu Hasan´ın ölümü karşısında ağlamıyordu. Bu durum, henüz hayatının baharında olan öğrencilerin gözünden kaçmamıştı.


Ömer Seyfettin, yıllar sonra Kaşağı´yı yazmakla, bir nebze de olsa vicdan azabından kurtulmuştur. Acaba babası ne yaptı? Bize meçhul.


Yazmak rahatlamaktır.


En önemlisi 9/A sınıfının bütün öğrencileri bundan sonra asla yalan konuşmayacaklarına ve şartlar ne olursa olsun hiç kimseye iftira atmayacaklarına dair hep birlikte söz verdiler. Söz vermekle kalmadılar yemin de ettiler.


Bizim de en büyük kazancımız bu oldu.


Yetmez mi?


Söz konusu değerler eğitimiyse bundan daha büyük değer olmaz.